Aşk, insanın aklını başından alıp, hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen her şeyi tozpembe görmesine vesile olan, yüzünde gülücükler yaratan, kalbinde coşkulu mutluluklar ve heyecanlar yaratan tuhaf bir duygudur. İnsan âşıkken genellikle yemeden, içmeden ve uykudan kesilir. Sabah yatağından kalktığı anda aklına ilk gelen şey âşık olduğu kişidir. Gece ve gündüz onu düşünüp, herkese ondan bahsetmek ister. Hayatıyla ilgili alacağı tüm kararlarda onun da olmasını ister, ona göre planlar yapar. Onun için her şeyden ve herkesten vazgeçebilir. Onu kıracak sözler söylememeye, işler yapmamaya çalışır. Ondan gelen iyi ya da kötü her şeye katlanıp, razı olur. Gözü ondan başka hiçbir şeyi görmez. Hatalarını ve kusurlarını görmezlikten gelir. Sevdiği her haliyle ona güzel gelir. Onu herkesten kıskanır. Sevgilisinin sadece onun olmasını, her an onunla birlikte olmasını ister. Kılına bile zarar gelmesini istemez ve onun için canını feda etmeye hazırdır. Onu mutlu edebilmek, ilgisini her daim üzerinde tutabilmek için onun istediği ve sevdiği şeyleri yerine getirmeye çalışır.
İşte, yeryüzünde, çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerden olmak üzere bir takım insanlar, tıpkı bir insana âşık olur gibi Allah’a âşık olup, yaşarken Allah’a ulaşmak, O’na kavuşmak, O’nun kendisinden razı olduğu sevdiği bir kulu ve dostu olmak isterler. Allah’ı kendi canlarından, mallarından, eşlerinden ve hatta evlatlarından bile daha çok severler. Bu Allah âşıkları, Allah ile yatıp Allah ile kalkarlar. Gece gündüz O’nu düşünür, herkese O’nu ve nimetlerini anlatmaya çalışırlar. Sohbetleri hep Allah hakkındadır.
Ali İmran 191: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”
Nur 36-37: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler.”
Hayatlarıyla ilgili alacakları tüm kararlarda, yapacakları tüm hareketlerde Allah’ın rızasını gözetir, O’nun razı olmayacağı işlerden ve hoşlanmayacağı tavırlardan sakınmaya çalışırlar.
Ali İmran 76: “Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.”
Ra’d 22: “Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır.”
Allah’a duydukları bu derin sevgi ve saygıdan dolayı annelerini, babalarını, evlatlarını, karılarını, akrabalarını, arkadaşlarını, sevdikleri tüm insanları terk edebilirler. Hatta içerisinde yaşadıkları kavimi ve tüm dünyayı bile karşılarına alıp, onlara meydan okuyabilirler.
Mücâdele 22: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.”
Yusuf 37: “Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkar eden bir milletin dinini bıraktım.”
Meryem 48: “Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.”
Gözleri Allah’tan başka hiçbir şey görmez. Nereye baksalar O’nu görürler.
Bakara 115: “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü işte oradadır.”
Allah’ın hoşuna gidip, O’nu mutlu edecek, O’nun rahmet, bereket ve sevgisini üzerlerinden eksik etmeyeceğine inandıkları salih amellerle uğraşırlar. Bu salih ameller, kişinin hem kendisine hem de çevresine faydası olup, Yüce Allah’ın razı ve hoşnut olacağı tüm davranışlardır.
Âl-i İmrân 114: “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.”
Şûrâ 26: “Allah, iman edip salihameller işleyenlerin dualarına karşılık verir; lütfundan onlara fazlasını da verir.”
Rûm 45: “Bu hazırlığı Allah’ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükafatlandırması için yaparlar.”
Aşkları olan Allah için kendilerini seve seve feda ederler.
Bakara 207: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.”
Onlar her daim Allah’ı zikrettikleri, hayır da olsa şer de olsa O’ndan gelen herşeyden razı oldukları, hallerine şükrettikleri, Allah’tan rahmet, bereket ve hidayet üzerine oldukları, kalplerindeki hastalıklardan kurtulup, kendileriyle ve etraflarındaki her şeyle ve herkesle barışık oldukları, ve en önemlisi sabah akşam sevdikleri Allah ile birlikte olup, O’ndan razı oldukları için, cennette yaşarcasına yüzlerinde sürekli bir tebessüm vardır.
Mutaffifîn 24: “Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.”
Beyyine 8: “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.”
Rad 28: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
Bunları hisseden herkesin Allah aşkını ve sevgisini kalbinde yaşadığını söyleyebiliriz. O yüzden, Allah yerine yarattığı bir beşere taparcasına aşık olup, o kişiyi Allah’tan daha fazla düşünüp, daha önde tutmak açıkça Allah’a şirk koşmak anlamına gelir ki Nisa 116: “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.”. Kimi Allah’tan daha çok severseniz, onu size verdiği gibi bir şekilde de elinizden geri alır. Tıpkı Mevlana’dan da Şems’ini aldığı gibi…
Araf 37: “Kitaptan nasipleri neyse erişecek onlara; sonunda canlarını almak için elçilerimiz onlara gelip çatınca: “Allah’ı bırakıp da kulluk ettiğiniz, kendilerini çağırıp durduğunuz putlar nerede?” diyecekler. Onlar da “Bizi bırakıp, kaybolup gittiler” diyecekler ve kâfir olduklarına dâir kendileri, kendilerinin aleyhinde tanıklık edecekler.”
Gerçek şu ki, size bu ilahi aşkın hiç bitmeyeceğini, ebedi bir tutku ve mutlulukla bunu sonsuza dek yaşayacağınızı söylemek isterdim. Ancak güzel olan her şeyin bir sonu olduğu gibi bu aşkın da bir sonu vardır. Hatta gerçeklerin görülmesi, ortaya çıkması için bitmelidir, bitmek zorundadır. Neden bitmesi gerektiğini üç farklı sebeple inceleyebiliriz.
Aşk bitmelidir çünkü, bu durumdaki bir kişi yalnızca karşısındakinin istekleri doğrultusunda hayat süren, kendi hayatı olmayan bir köleye dönüşür. Oysa Allah, insanın ne kendisine ne de bir başkasına kölelik etmesini istemez.
Nahl 75: “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.”
Beled 12-18: “Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.”
Ankebut 17: “Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
Aksine Allah, insanın tüm köleliklerden, tüm kula kulluktan, nefsine ait tüm dünyevi bağımlılıklarından kurtulmasını, maddi manevi tüm zincirlerini koparıp, özgürlüğüne kavuşmasını, kalbinde yalnızca kendi sevgisinin ve korkusunun kalmasını ister. O’na hiçbirşeyi ortak koşmayıp, sadece kendisine kulluk etmemizi ve verdiklerine şükretmemizi ister. Kendisine kullukta da hiçbir zorlama ve baskı yapmaz. Siz hiç Allah’ın çıkıp gelip, birisine din konusunda baskı yaptığını, başına bekçi gibi dikildiğini gördünüz ya da işittiniz mi? Hayır! Çünkü din adına insanlara baskı ve zorlamayı yapanlar, insanları kurdukları saçma sapan kapitalist bir sistem ile köleleştirip, dini bir makam ve siyaset aracı olarak kullanıp, atalarından duydukları hurafe dinlerle kendilerini Tanrı zanneden ya da Allah’a ibadet ediyor sanan firavunlaşmış insanlardır.
Kur’an’da hiçbir yerde “Biz yalnızca Allah’a kölelik ederiz, bizler O’nun kölesiyiz, bizler O’na kölelik etmekle emrolunduk” ya da “Siz insanlar birbirinize ya da Allah’a kölelik etmek için yaratıldınız, efendiler kölelerden üstündür” vs gibi bir söz geçmez. Sadece Allah’a kulluk etmekten bahseder.
O kullukta namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’an okumak, imkân varsa hacca gitmek, verdiklerine şükretmek, O’na ortak koşmamak, zekat vermek, iyi ahlaklı, namuslu, dürüst bir insan olmak, zina etmemek, çalmamak, dolandırmamak, dedikodu yapmamak, zina etmemek, namusuna, iffetine, emanetine sahip çıkmak, yalan söylememek, adam öldürmemek, affetmek, adaletli, hayır işlerinde koşan iyi bir insan olmak. Bunlar yapması o kadar da ağır ve zor olan işler değil, öyle değil mi? Her gerçek insan evladı olan insanın zaten severek, isteyerek yapacağı, hatta kendisi öyle bir insan olduğu için farkında olmadan yapacağı işler bunlar…
İkinci sebep, aşk biter, çünkü Allah insanları sürekli imtihan eder. Peygamberleri ve sahabelerini bile imanları konusunda yeryüzünde yaşarlarken imtihana çeken Allah, bizim gibi sıradan insanları mı teste tabi tutmayacak? Kimin gerçekten kendisine iman edip etmediğini, sevip sevmediğini, cennete girmek isteyip istemediğini, rahmet ve bereketini hak edip hak etmediğini görmek için (ki O bunlara muhtaç değildir, O her şeyi bilir, sadece insanların kendileri de bilsin, ahiret günü huzurunda iken insanlar kendi yapıp ettiklerini inkar edemesin, kafir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik etsinler diye bunları yapar), verdiği her şeyi geri alabilir. Buna aşk ve kalplerdeki iman da dahil.
Bakara 155: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.”
Muhammed 31: “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”
İşte Allah imtihan etmek için kulunun huzurunu bozup, birazcık olsun kendisine sıkıntı verince, insanlardan bazıları Allah’ı sevmekten ve O’na kulluk etmekten vazgeçer. O’na olan sözüm ona aşkları biter.
Hac 11: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.”
Bazıları da azimle başlarına gelen her şeye sabredip, Allah’a kulluk etmeye, O’nu sevmeye, rahmet ve bereketini üzerilerine tekrar vermesini ümit etmeye devam ederler. İşte gerçekten Allah’a aşık olup, sevenler ve imanlar edenler bunlardır.
Bakara 156-157: “Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”
Üçüncü sebep ise, bir kadına veya erkeğe âşık olan insanların, aşklarına sahip oldukları, ulaştıkları, kavuştukları ya da evlendikleri zaman, zamanla aşkları azalır. Ne yazık ki kavuşmak, vuslata ermek, bir vücut olmak, aşkın ölümüne sebep olabilmektedir. Ne de olsa aşk aslında ulaşılamaz ve elde edilemez olana, elde etmesi zor olana karşı duyulan bir histir. İşte aşıklar birbirine kavuşunca, sevgililer bazen aradıklarını ve umduklarını birbirlerinde bulamazlar. Hatalar ve kusurlar göze batmaya başlar. Ölen aşkın yerini çoğu zaman alışkanlık, sevgi ve saygı alır. Veyahutta ayrılık… Asıl azim gerektiren olay, aşk bittikten sonra da o kişiyi hataları ve kusurlarıyla sevip, onun varlığıyla yetinip, yanımızda ve hayatımızda olduğu için, Allah bize onun gibi bir hayat arkadaşı verdiği için, ondan razı olup, halimize şükredip, ilişkiyi devam ettirebilmek, sahip çıkabilmektir. Elinden tutup yürüyebilmektir. Onunla son yolculuğa kadar gerçek bir arkadaş, gerçek bir dost olarak kalabilmektir. Elbette ki bunu başaranlar çok azdır.
İşte insan vuslata erince, Allah ile bir olunca, perdeler kalkıp, gaflet uykusundan uyanıp, hakikat ortaya çıkınca, insan hakikati anlayınca, her aşkta olduğu gibi bir müddet sonra Allah’a olan aşkı da bitebilir. İnsan bu zor ve azim gereken işi başarınca, Allah’ın dünyada kendisine Süleyman a.s.’a verdiği gibi bir hükümranlık vereceğini, O’nun zatını göreceğini, O’nunla yüz yüze konuşabileceğini, O’na sahip olup sarılabileceğini, rivayet edilen evliyalar gibi uçup gidebileceğini, ışınlanabileceğini, kerametler ve mucizeler gerçekleştirebileceğini (ki bunların da hepsini gerçekleştiren, gerçekleştirten, gerçekleştirilmesine izin veren yine Allah’tır), Allah’ın kendisini bir Süpermen’e çevireceğini ve dünyayı tüm kötülüklerden kurtarabileceğini, insanların hepsini topyekun İslam’a sokabileceğini sanar. Ama bu umduklarını bulamaz. Allah ona bunları vermez. Çünkü bulduğu artısıyla eksisiyle gene sadece yemek yiyip, uyuyan, hastalanan, Allah dilemedikçe kendisine ne bir fayda ne de bir zarar veremeyecek bir “hiç” olan kendisidir. Elde ve avuçta Allah’ın varlığını ispat edebilecek (ki O buna muhtaç değildir) kendisinden başka hiçbirşey mevcut değildir. Koskoca bir yalnızlık ve hiçlik. Hayat ona karşı gene acımasızdır ve her şeye rağmen gene aynı saçmalıklarla, aynı sorunlarla devam etmektedir. Allah gene görülmez bir haldedir. O bize hem şah damarından daha yakındır, hem de evrendeki ilk patlamanın gerçekleştiği yer kadar uzaktır. O her an, her şeyde ve her yerdedir. İşte insan, her ne kadar içerisinden hem O’nunla hem de kendisi ile bir olmanın vermiş olduğu heyecan, aşk, sevgi ve coşku ile bir mecnun misali büyük bir kibirle firavun gibi “Enel Hak” diye geçirip, tüm dünyaya bunu haykırmak istese de, Allah için her ne yapmış olursa olsun, aslında sadece kendisi için yapmış olduğunu, Allah’ın hiçbirşeye ihtiyacı olmadığını, Allah dilemedikçe kendisine ne bir faydasının ne de bir zararının dokunamayacağını, kendisinin dünyayı değiştiremeyeceğini, hiçbirşeyi düzeltemeyeceğini, kendisi gibi her şeyin geçici ve bir “HİÇ” olduğunu, tek gerçek gücün, hâkimin ve her şeye kadir olanın sadece Allah olduğunu anladığında, geriye yalnızca acizlik içerisinde diz çöküp kulluk etmesi gerektiğini idrak ettiği Allah’ın zatı kalır. İşte o an kalbinde bulduğu O saf ve arı Allah, alemlerin rabbi olan Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur. Bizlerde yalnız O’nun içinizdir ve yalnız O’na geri döneceğizdir. O’nun dengi, benzeri ve ortağı yoktur.
Rahman 26-27: “Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.”
Hadid 3: “O, Evvel (herşeyden önce var olan)dır, Âhir (herşeyin helâkinden sonra bâki kalan)dır, Zâhir (delilleriyle varlığı apaçık olan)dır ve Bâtın (akılların O’nu idrâk edemediği, Zât’ının hakikati bilinmeyen)dir. Ve O, herşeyi hakkıyla bilendir.”
İşte O’na olan aşkınız bittiği halde, hayatın tüm bu zorluklarına, olumsuzluklarına, mantıksızlığına, yeryüzünde yaşanan tüm bozgunculuklara, adaletsizliklere, kötülüklere rağmen gene de O’nu sevmeye, O’nun zatından ve O’ndan gelen her şeye, hayrından da şerrinden de razı olup, sabredip, tüm verdiklerine şükretmeye, O’na kulluk etmeye, emirlerini yerine getirip, O’na yakışır bir kul olmaya çalışmaya, O’ndan korkmaya, rızasını gözetmeye, salih ameller işlemeye devam ediyorsanız, siz O’nunla dost olmuşsunuz demektir. Çünkü gerçek dostluk ve kulluk bunu gerektirir sizce de öyle değil mi? Zor ve imkânsız olanı başarmak. Yüksek azim sahibi peygamberler gibi başa gelen her şeye Allah’ın rızasını gözeterek sabretmek…
Uzun lafın kısası diyeceğim odur ki, ne Allah’ın kendisi, ne de dini, birçoklarının iddia ettiği gibi aşk değildir. Çünkü eğer Allah’ın bir adı da “aşk” olsa idi, doksan dokuz tane isminin arasına aşkı da ekler, bizim O’na o isimle de hitap etmemizi ister, Kur’an’da bize dinimizin adı için “İslam” değil, “sizin için din olarak aşkı seçtim” derdi. Bunların hiçbirisi olmadığına göre demek ki “aşk”, insanların kendi zanlarına göre O’na ve sahip olduklarına bahşettiği isimden, duygudan ve iftiradan başka bir şey değildir.
Bana göre ise aşk, ya da Allah’a karşı duyulan aşk, Allah’ın Rahman 33’te: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.” dediği gibi insana O’na ulaşma yolunda azim, sabır ve dayanma gücü veren, kalbindeki, gözündeki ve kulağındaki gaflet perdelerini kaldıran, insanların kendi kişisel miraçlarını gerçekleştirmelerine yarayan yüksek güce sahip bir araç, yaşanıp aşılması gereken bir süreçtir.
Ancak ne tuhaftır ki dağların bile parçalanmaktan korkup, kendisini taşımaktan çekindikleri, yere göğe sığmayıp, Allah’ın ufacık bir kalbin içerisine sığdırdığı bu yüksek ateşleme gücüne sahip aşk emaneti, böylesine kutsal bir emanet olmasına rağmen, Adem ile Havva’nın Allah’a vermiş oldukları sözü unutup, yasak meyveyi yemelerine sebep olan, insana akıl almaz hatalar yaptıran, insanın aklını başından alan, insana ait dünyevi, nefsani bir duygudur da aynı zamanda.
Aşk öyle bir şeydir ki, insanlar Allah’ı bırakarak, eşlerini O’na ortak koşabilirler. Eşleri istenmeyen ve kötü insanlar dahi olsa, onları sevimli ve dost görebilirler. Ve hatta belki de Allah’ın “Dumansız ateşten yaratmıştık” dediği cinlerin ve iblisin şekil ve suret değiştirmiş halleri bile olabilirler. İnsanların kalplerine yerleşerek, onlara türlü vesveseler verebilir, insanları cennetten dünyaya düşürüp, aşk gibi içinden çıkılmaz bir ateş azabına sürükleyebilirler. Aynı zamanda, insanlara musallat edilen, her türlü çılgınlığı kendilerine güzel ve süslü gösteren, kendilerine doğru yoldaymış izlemini veren aykırı bir arkadaş olarak da tanımlanabilirler.
O yüzden, Allah, aşk gibi kendisine yapılan her türlü bu tarz yakıştırmalardan, her türlü noksanlıktan ve her türlü hatadan münezzehtir, uzaktır, yücedir. Bizim rabbimiz Allah, dinimizde İslam’dır. Aşk gibi gelip geçici beşeri bir duygu, kendisinden uzak durulması gereken ateş azabı ya da bize ayna olup, hatalarımızı yüzümüze vuran, bizi geliştiren, her ne kadar istenmeyen ve sevilmeyen bir şey de olsa, bize kılavuzluk edip, gerçek sevgiliye ulaşmamıza yardımcı olan herhangi bir kulu veya ruhu değil…
Hac 74: “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”
Maide 72: “Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
Zümer 3: “İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. Onu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konu unda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.”
Tevbe 31: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”
Cüneyt Aktan
10291 Toplam Görüntülenme 3 Günlük Görüntülenme
8 comments on “ALLAH AŞKI VE VAHDETİ VÜCUD”