Tüm peygamberlerimizi ve vermiş oldukları mücadeleleri sonsuz bir takdirle, sevgi ve saygı ile anıyoruz.
Saffat 181: “Gönderilmiş bütün peygamberlere selam olsun.”
Bakara 136: “Deyin ki: Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuş kimseleriz.”
Bakara 285: “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarınave peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.”
Allah tüm peygamberlerini eşit derecede sevmemizi ve saymamızı emrederken, Müslümanları İslam’ın sadece Hz.Muhammed’in yaydığı bir din zannedilmesine karşı uyarmaktadır. Yahudi ya da Hristiyan peygamberleri diye diğer peygamberlerini görmezlikten gelmememizi, aynı sevgi ve saygının onlara da gösterilmesini öğütler. İslam’ı ve Resulallah’ı sanki onlara savaş açmış bir dinin peygamberi gibi algılamamak ve onları düşmanmış gibi ayırmamamızı salık verir. Çünkü bu peygamberlerin her biri aslında Müslüman peygamberlerdir ve hepsi de aynı dini ve mesajları tebliğ etmişlerdir.
Ayrıca, İslam dini peygamberlerin değil, Allah’ın bizim için seçtiği bir dindir. Allah’ın dinidir.
Mâide 3: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”
Ve bu din bize Allah’a hiç kimseyi ve hiçbir şeyi ortak koşmamamızı emretmektedir. Hal böyleyken, dinimizde evliyaların (Allah dostlarının) türbe ve mezarlarına gidip, dertlerin çözümü için onlardan medet ummak, günahlarımızın affı için onlardan şefaat dilemek, Allah’a ortak koşmak anlamına gelirken, ne hikmetse Kabetullah’a ya da camilere gidip o türbelerde yapılanların aynısını oralarda yapmak ve peygamberden şefaat dilemek dinen günah sayılmıyor, şirk olmuyor. Buna sebep olarak da evliyaullah ile peygamberler arasında fark vardır deniyor. Doğrudur,muhakkak onlar arasında fark vardır ancak evliyaullah ile peygamberler arasında nasıl bir fark varsa, peygamberler ile Cenab-ı Hak arasında da fark vardır.
O yüzden müslümanların, dünya ve ahiret hayatlarında başlarına gelmiş ya da gelecek olan tüm dertlerden, musibetlerden, günahlardan kurtulmak için Hristiyanların kendi elleriyle yaptıkları Hz.İsa’nın heykelinden ya da onun ölmüş ruhundan yardım diledikleri gibi Hz.Muhammed’den ya da bir takım velilerin ruhlarından yardım ve şefaat dileyeceklerine, Rabbimizden yardım ve şefaat dilemesi onlar için daha hayırlıdır.
Fatiha 1-5: “Bismillahirrahmânirrahîm, Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a mahsustur. (ALLAHIM!) YALNIZ SANA İBADET EDERİZ VE YALNIZ SENDEN YARDIM DİLERİZ.”
Arapça ibadet tabusu ve takıntısı yüzünden, Rabbinin hiçbir ayetinin anlamını bilmedikleri kitabının daha en başında Allah, yalnızca kendisinden yardım dilememizi ve kendisine ibadet etmemizi istiyor ve hatırlatıyorsa, Müslümanlar olarak peygamberleri aynı çemberin içerisine alarak yaptığımız tüm bu ibadetlerde, (buna kıyamette bizlere şefaat etmelerini ummamız da dahil), bir yanlışlık olsa gerek.
Aksi takdirde, yapılan tüm bu ibadetlerin, peygamberler gelmeden önceki cahiliye devrindeki insanlar gibi atalarından duydukları din ile yetinip, Kabe’nin, ibadethanelerin ya da evlerin içerisindeki kendi elleriyle yaptıkları putları Allah’a ortak koşup, o putlara tapan, o putlardan yardım ve şefaat dileyip, medet uman, onlara adaklar adayıp, dualar eden putperestlerin ibadetlerinden, yani Hristiyanların Meryem oğlu İsa(A.S)’yı, diğerlerinin ise fili, maymunu, ineği ya da herhangi bir kendi elleriyle yaptıkları putu Allah’a ortak koşarak, yüceltmelerinden, övmelerinden ve Kabetullah’ın etrafını çeşitli ticarethanelerle doldurup, put yapıcılarının kendi elleriyle yaptıkları süslemeleri putperestlere sattıkları bir semt pazarı haline çevirmekten hiçbir farkı kalmaz.
O halde gelin, kıyamet günü kabirlerinden tüm diğer insanlar ile birlikte dirilecek olan peygamberlerimiz, bu dünyada ya da ahirette bize şefaat edebilirler mi, şefaat için gerçekte kimden yardım dilemeli ve kime dua etmeliyiz, bu konuyu yine Kur’an ışığında inceleyelim.
Meryem 87: “Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.”
Tâ-Hâ 109: “O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.”
Sebe 23: “Allah katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz.”
Ayetlerden anlaşılan odur ki, Allah bir takım kullarına kıyamet gününde insanlara şefaat etme hakkı tanıyacaktır.
Ancak Hristiyanların Hz.İsa’yı tanrısal bir kimliğe büründürüp,onun insanlığın tüm günahlarını yüklenip, insanların hepsini bağışlayacağını ve kurtaracağını umması ne kadar yanlışsa, Müslümanların da bu ayetlerden dolayı Hz.Muhammed’in kıyamette Allah gibi insanları cehennem azabından koruyup, kurtaracağı, inananların derecesini yükseltebileceği ya da azap çekecek olanların cezalarının hafifletilmesini sağlayacağı inancı ve Allah yerine “şefaat ya Resulallah” diye ona seslenip ondan yardım dilemesi bir o kadar yanlıştır.
Çünkü gerçekte şefaat etme hakkı verdiği kulları aracılığı ile insanlara şefaat eden yine yalnızca Allah’tır. Allah, Şûrâ 51’de: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” dediği gibi, Kıyamet gününde kendi şefaatini, merhametini, affediciliğini göstermek için yine onları aracı olarak kullanacaktır. Çünkü Allah, kitabında kendisi dilemedikçe ve izin vermedikçe, peygamberlerin, velilerin, evliyaların, müminlerin ya da meleklerin hiç kimseye en ufak bir şefaatte bulunamayacaklarını belirtiyor.
Bakara 255: “Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir?”
Yunus 3: “O’nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?”
Enbiya 28: “Allah onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar (melekler) onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi onun korkusuyla titrerler.”
Necm 26: “Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.”
Ayetlerden anlaşılan odur ki, kimin şefaat edip etmeyeceği, kime şefaat edilip edilmeyeceği konusunda takdir sadece Allah’ındır. Onlar sadece Allah’ın kendisinden razı olduğu ve kendisinin şefaat edilmesine izin verdiği inanan mümin kullarına şefaat edebileceklerdir. Eğer bunun tam tersi olsaydı ve peygamberlerin şefaat etmek istedikleri insanların kurtulması %100 garanti olsaydı, Hz.Nuh peygamber olduğu için oğluna şefaat edip onu büyük tufandan kurtarabilirdi. Ya da Hz.Lut karısına, Hz.İbrahim babasına, Hz.Muhammed de amcası Ebu Talip’e şefaat edip, onları kurtarabilirlerdi. Ancak kurtaramadılar.
Ahzâb 17: “De ki: ‘Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese buna engel olacak kimdir?’ Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.”
Hud 40-47: “Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: ‘Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.’ Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti. (Nûh), ‘Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ dedi. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, ‘Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma’ diye seslendi. O, ‘Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım’ dedi. Nûh, ‘Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, onun azabından korunacak hiç kimse yoktur’ dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu. ‘Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve ‘Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!’ denildi. Nûh Rabbine seslenip şöyle dedi: ‘Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.’ Allah,‘Ey Nûh! O asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim’ dedi. Nûh, ‘Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum’ dedi.”
Hud 81: “Konukları şöyle dedi: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?”
Mümtehine 4: “Yalnız İbrahim’in, babasına, ‘Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ sözü başka.”
Düşünün ki, peygamberlerimiz babalarını, evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini ve amcalarını bu dünyada bile Allah’ın azabından kurtaramamışlar.Kıyamette nasıl kurtarabilecekler?
Bakara 48: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.”
Bakara 123: “Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.”
Bakara 254: “Ey iman edenler! Hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkar edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”
Lokman 33: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir. Sakın, dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.”
Enam 51: “Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur’an ile) uyar.”
Enam 70: “Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.”
A’raf 53: “Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: ‘Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?’ Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlah diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.”
İnfitar 17-19: “Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin? Evet, hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin? O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah’ındır.”
Bu kadar kesin açıklamalar varken, peygamberler kıyamette insanları nasıl kurtarabilecek ya da onlara nasıl şefaat edebilecekler? Peygamberler bile o gün dünyada yaptıkları işlerden, kendilerine verilen emanetten, kendilerine yüklenen bu ağır sorumluluğu layığı ile yerine getirip getirmediklerinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya ve hesaba çekilecekken, Allah onlara izin vermedikçe nasıl bir başkasına şefaat etmek gibi bir görev yüklenebilecekler?
Araf 6-7: “Andolsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz. Andolsun, onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz.”
O halde peygamberler, veliler, müminler ve melekler aracılığı ile Allah’ın şefaatini elde edebilmek için öncelikle Allah’ın kendisinden razı olup, Allah’ın şefaatine layık kimseler olmaya çalışmak gerekmektedir. Peygamberin değil. Aksi takdirde bunun dışında yapılan tüm ibadetler Allah’a ortak koşmak manasına gelecektir.
Zümer 44: “De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
Secde 4: “Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için ondan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
Yasin 23: “Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”
Yunus 18: “Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar. De ki: Siz, Allah’a göklerde ve yerde onun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”
Enam 94: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.”
Rûm 13: “Onların, Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçiler da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkar ederler.”
Zümer 43: “Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?”
A’raf 191-192: “Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar? Halbuki onlar (edindikleri ilahlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.”
A’raf 194: “Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi(yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).”
Fatır 14: “Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkar ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez.”
Hac 73: “Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.”
O halde, yalnızca Allah’a kulluk etmeli, ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalı, dünyada da ahirette de bizlere ve peygamberlerine şefaat etmesi için sadece Allah’a sığınmalıyız.
CİN 20- 22: “DE Kİ: ŞÜPHESİZ BEN ANCAK RABBİME İBADET EDERİM VE O’NA HİÇ KİMSEYİ ORTAK KOŞMAM. DE Kİ: ŞÜPHESİZ BEN, SİZE NE ZARAR VEREBİLİR NE DE FAYDA SAĞLAYABİLİRİM. DE Kİ: GERÇEKTEN BENİ ALLAH’A KARŞI HİÇ KİMSE ASLA KORUYAMAZ VE YİNE ASLA O’NDAN BAŞKA SIĞINACAK KİMSE DE BULAMAM.”
Cüneyt Aktan
Kaynaklar:
1) Kur’an-ı Kerim ve Meali, Mehmet Nuri Yılmaz, Horo Yayıncılık, Açıklamalı 2.Baskı, Ankara-2000
2) Üçü Birarada Kur’an-ı Kerim (Arapça-Meal-Türkçe Okunuşu), Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır, Kabe Basın Yayın Dağıtım
3) http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx
4) Arayışname, Cinius Yayınları, Cüneyt Aktan, Nisan 2013, Sayfa 202
3167 Toplam Görüntülenme 2 Günlük Görüntülenme