ARİF İÇİN DİN VAR MIDIR YOK MUDUR? “ARİF İÇİN DİN YOKTUR” DEMEK İSLAM’A UYGUN MUDUR?

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Kur’an’da yazana göre Allah katında din İslam’dır. İslam’a göre Allah’tan başka ilah yoktur. Gönderilen tüm peygamberler aynı Allah’a ve Onun tek bir dinine inanıp tebliğ etmiştir. Buna rağmen insanlar kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden Yahudilik, Hristiyanlık, Sabiilik vs gibi çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlar ve çeşitli tanrılara ilah diye tapmışlardır…

Her ne kadar Allah kitapta “iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler (hayırlı işler yapanlar) için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara 62) diyerek hangi dinden olursa olsun, insanların yaptıkları iyilikleri mükafatlandıracağını bildirse de, Ali İmran 85’de ahirette kendisine İslam’dan başka bir dinle gelenlerin ve ilah diye başkalarını ortak koşanların hüsrana uğrayacağını bildirmiştir.

İnsan kendi kendine sormadan edemiyor, insan tanrı diye nelere kulluk ediyor ve din diye neler ile amel ediyor olmalı ki, Allah insanlık var olduğundan beri gönderdiği tüm peygamberlerine aynı ayetleri vahyetmiş ve insanlara hep aynı şeyleri açıklamak zorunda kalmış.. Ne kadar ilginç öyle değil mi?..

Eğer Allah tüm kitaplarında bu konunun üzerinde ısrarla duruyorsa, demek ki insan bir şekilde ne yapıp ne edip, ölmeden önce gönlünde Allah’a ortak koştuğu ne kadar put varsa onları yıkmalı, kalbini bunlardan arındırmalı, din diye amel ettiği ne kadar hurafe, bilgi kirliliği, astral tortu varsa bunlar ile amel etmeyi bırakmalı, Allah’ın ipi ve hidayet rehberi Kur’an’a sarılmalı, onu okuyup, düşünüp, Allah’ın tek ilah olduğunu aklen ve kalben idrak etmeli, kalbini ve yüzünü Ona döndürmeli, Onu bulmalı, yani ölmeden önce yeryüzünde Ona ulaşmalıdır.

Tıpkı Allah’ın kendisine dost eylediği kulu ve nebisi Hz.İbrahim gibi…

Hz.İbrahim, Mısırlılar, Hristiyanlar, Budistler ve benzerleri gibi insanların kendi elleriyle taştan sopadan yaptıkları heykellere ilah diye taptıkları bir zamanda, henüz daha küçücük bir çocuk iken, ona yol gösterecek, hakikati anlatacak hiç kimsesi yok iken, iç dünyasında yerin, göğün ve ikisi arasındakilerin yaratılışı hakkında düşünüp, bütün bunları kimin yaratmış olabileceğini sorgulamış bir muhteremdir. Daha o yaşlarda Allah’ı aramış, düşüne düşüne, sorgulaya sorgulaya, akıl yoluyla mutlak doğruyu/Allah’ı idrak etmiş ve bulmuştur:

“Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı (melekutu) gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.

Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu benim rabbimdir.” Fakat (yıldız) kayboluverince: “Ben kaybolup gidenleri sevmem” demişti. Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.

Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Enam 74-79)

“Ve işte bunlar, İbrâhîm’e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz.” (Enam 83)

“Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa 125)

Allah’ı arayan her insan gibi Hz.İbrahim’de Allah’ın ne olabileceğini, nerede bulunabileceğini sorgulamış, bu yolda giderken birçok değişik ilahlar edinip Allah’a ortaklar koşmuş, ancak araştırmaları, sorgulamaları ve gece gündüz derin derin düşünmesi (tefekkür etmesi) sayesinde bunların hiçbirisinin ilah olmadığını idrak edip, akıl ve sezgi yoluyla mutlak hakikati/Allah’ı bulmuş, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi yaratanın Allah olduğuna, Ondan başka ilah olmadığına hak olarak kalben iman etmiştir. Yani daha ölmeden önce yeryüzünde aklen ve kalben Allah’a ulaşmıştır. Bundan dolayı da Allah onu kendisine dost eylemiştir.

Peki, bütün bunları neden anlattık? Konu başlığımız ile ne ilgisi var?

Arif, Türk Diyanet Vakfı’nın yayınlamış olduğu İslam Ansiklopedisi’ne göre “Allah’a dair olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye ermiş kişi” demek… “Tanıyan, bilen, vâkıf ve âşina olan, ahlâkî ve mânevî arınma sayesinde sezgi gücü ve derunî tecrübe ile öğrenen, anlayan, mânevî tecrübeyle mârifet ve hakikat mertebesine ulaşan sûfî” demek… Göklerin ve yerin en ücra köşelerine kadar bilgi alanına girip, tamamen mânevî sezgiyle âlemi müşahede eden kişi demek…[1] Kısacası ölmeden önce Allah’a ulaşmış, ermiş kimse demek…

Az önce zikrettiğimiz ayetlerde Hz.İbrahim’in Allah’a kesin bir bilgi ile iman edenlerden olması için ona yer, gök ve ikisi arasında bulunan eşyaların mahiyeti ile Allah’ın bunlar üzerindeki hükümranlığı (melekutu) hakkında bir takım hikmetler öğrettiği bildiriliyor. Hz.İbrahim edindiği bu bilgiler sayesinde Allah’ı tanıyor, biliyor, Onun kâinatı ve içerisindekileri nasıl yaratıp, bir düzene koyduğuna vakıf oluyor. Hakikate yani Allah’a ulaşıyor. Onu yetiştiren herhangi bir mürşidi de yok. O bütün bunları kendi iç dünyasında sorgulayıp, müşahede edip, sezgileri ile keşfediyor, bulup, ortaya çıkarıyor…

Dolayısı ile arif kelimesinin ansiklopedik tanımlamalarından ve Allah’ın ayetlerinden çıkarttığımız sonuç, Hz.İbrahim’in de bir arif olduğudur. Mademki Hz.İbrahim bir ariftir, Allah kitapta hiçbirisini birbirinden ayırt etmememiz gerektiğini bildirdiği için gönderdiği bütün peygamberler de birer ariftir.

Peki, mademki bütün peygamberler birer ariftir, Allah ile Onun yer, gök ve ikisi arasındakileri yaratışına dair her türlü marifete/nura/hikmete/ilime sahip olup, Ona ulaşmış, kalbini Ona döndürmüş, peygamberlerin atası olan Hz İbrahim ve benzeri diğer peygamberler için de din diye bir şey yok olabilir mi?

Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiğine göre kâinatta Allah’ın tek bir dini vardır, onun da adı İslam’dır, tüm peygamberler de bu dini tebliğ etmiştir dedik…

“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.” (Ali İmran 19)

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Maide 3)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran 85) 

Fussilet 43 : “Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir.”

Ali-İmran 67: “İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.”

Bakara 132: “Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da öyle yaptı: “Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!” dedi.”

“O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.” (Rum 30)

Hac 78: “Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi.”

Ali-İmran 51-52: (İsa) “Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.” İsa onların inkarlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız” dediler.”

Maide 111: “Hani bir de, “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim Müslüman olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi.”

Yusuf 37-38: “Yûsuf dedi ki: Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkar eden bir milletin dinini bıraktım. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz.” 

Gördüğünüz üzere gerçekte Allah’ın indinde Yahudilik, Hristiyanlık, Musevilik, İsevilik vs. diye bir din zaten yoktur. Allah bunları insanların uymaları için gönderdiği hak bir dini olarak kabul etmediğini kitabında zaten açıkça bildirmiştir. Çünkü Allah’ın bir tane dini vardır, o da İslam’dır. Dolayısı ile Hz.Adem’den Hz.Muhammed’e kadar gönderdiği bütün peygamberler sadece tek bir ilaha ve o ilahın gönderdiği tek bir dine tabi olup, tebliğ ettiği için, arif olan bir insan için zaten Yahudilik, Hristiyanlık, Sabiilik vs. diye bir takım dinler yoktur ve olamaz da…

(Not: Bunlar din değil, olsa olsa ancak Alevilik, Sünnilik, Mevlevilik, Bektaşilik vs gibi insanların kendi zanlarına göre zaman içerisinde ayrıldıkları ve her birisinin de kendisinde bulunan ile övündüğü mezhepler, tarikatlar, cemaatler, gruplar olabilirler…)

Gördüğünüz gibi ayetlerden anlaşıldığı üzere Allah hakkında her şeye vakıf olan, yani arif olmuş tüm peygamberler için İslam dini diye bir din var…

Peki, madem Allah ve peygamberleri için din var, “arif için din yoktur” da ne demek öyle değil mi?

Bu konuda ciltler dolusu kitap yazıp, din diye yazdıkları bu kitaplar ile amel edenlerin açıklamalarına bakacak olursak, bu sözleri söyleyen İbn-i Arabi’nin felsefesinde, birinci temel nokta kâmil insandır. Kevser Yeşiltaş 2017 ‘de basılmış olan “İbn-i Arabi: Arif İçin Din Yoktur” adlı kitabında bakın ne diyor:

“Arabi’nin tüm öğretisi, en mükemmel (!) ilahi varlık olarak yaratılan, sonra çevrilen ve aşağıların aşağısına inen, sonra yine oradan yükselerek, “İLAHİ VARLIK(!)” düzeyine gelecek olan kamil insan üzerinedir. İbn-i Arabi’nin felsefesinde, ikinci temel nokta, Hakk’tır. Felsefesinde “herşey hayaldir, tek gerçek Hakk’tır” konusu önceliklidir.

“Hakk, Âlemdir, Âlem Hakktır” anlayışı, Arabi’nin tüm eserlerinde göze çarpar. Ve yine, benzer önerme ile, “Kamil insan âlemdir, âlem kamil insandır.” denir. Öyleyse, “Hakk, kamil insandır, kamil insan da Hakk’tır” sonucu ortaya çıkar.

Vücuda gelen, açığa çıkan ise Hakk, tüm isimleri bir araya toplayandır. Hakk, bildiğimiz anlamda aşkın kendisidir. Ve aşk izin verdiği müddetçe, tüm ilahi isimler ve sıfatlar, suretler ve cisimler olarak meydana çıkar, oluşumu gerçekleştirirler. Bu yüzden Hakk isim olarak aşktır. Alemin kendisidir. İnsan-ı kamilin kendisidir. Ve arz üzerinde kendisine ulaşmak isteyeni, dileyeni ariflik makamına yükselten yüceliktir. Hakk izin vermese tek yaprak kıpırdamaz. Hakk izin vermese, adım bile atmak mümkün olmaz. Hakk dilemese, hiçbir şey ortaya çıkmaz, belirmez, şekil almaz…

İbn-i Arabi felsefesinde, Hakk, tek gerçektir. Hakk dışında görünen, sınırları çizilmiş olan her şey arızidir, boştur, gölgedir, yapaydır, oyundur, hayaldir. Tek hakikat, Hakk’tır. Hakk ismi, “Allah” ismine açıktır. “Allah” isminde tüm isimler ve sıfatlar “kül” yani bütün hâlde, som hâlde, tek hâlde ve eşsiz hâlde bulunur.

“Allah” ismi, kendini Hakk’ta tanır. Hakk ismi, kendini ilahi isimlerde tanır, İlahi isimler kendini ilahi suretlerde tanır.  İlahi suretler kendini âlemlerde tanır. Ve Hakk kendini insanlarda tanır. Her bir insanda yaratılan ilahi isimlerin ve sıfatların yansıması ile tanır. Eğer insan kalbini arındırır ve temizlerse, işte o vakit cilasız ayna gibi parlar ve Hakk kendini orada tanır. Hakk kendini, insan gönlünde tanıdığı vakit, o insan Hakikatini görmüş olur. Hakk kendini insan gönlünde gördüğünde, insan da gönlünde Hakk’ı görmüş olur. Ve işte bu karşılıklı görme hâli, “BİL”me hâlidir. İnsan bildiği vakit, arif mertebesine yükselmiştir. Artık varoluş ve yokoluş isim ve sıfatları arifte meydana gelmez.

Eğer Hakkın hakikatine varmak istiyor isen, sadece O’ndan dilemelisin. O’ndan dilemek, hiçbir itikada bağlı olmadan kalbi göz ile görmek demektir. “Sen beni an, ben de seni anayım” denmiştir. Karşılıklı bir rezonansın sağlanmasıdır. Arada hiçbir inanç, düşünce, ayrım, kopuş, zorlama, empoze, sınırlama olmaksızın, “beni an, seni anayım” oluşur. Çünkü şah damarından en yakın, kalpte olan Hakk’tır. O gönülde oturan bir sultandır ve kul ile Hakk arasına hiçbir köprü, vasıta giremez, aracılık edemez. Bu yüzden “tek veli Hakk’tır denmiştir. Hakk kimdir? İnsan-ı kamildir. Tüm âlemlerin bütünlüğü ve birliğidir.

İbn-i Arabi’ye göre din bir yoldur ancak zamanı gelince terk edilecek bir yoldur. Arif için din bir yol olmaktan çıkmıştır. Bundan dolayı arif hiçbir dini itikad ile, hiçbir inanç sisteminin zorunlulukları ve öğretisi ile bağlı kalmaz. Arif, sadece kendi Hakikatine (yani kendi zannına, idrakine) bağlı kalır. Çünkü belli bir anlayışa eren, idrake ulaşanlar için din yeterli olmaz. Bundan sonra daha farklı bir yol başlar arifler için…”(Kaynak: İbn-i Arabi: Arif İçin Din Yoktur, Yeni Edisyon, Kevser Yeşiltaş, 2017)

Bir diğer ciddi kaynak olan Türk Diyanet Vakfı’nın İslam ansiklopedisi arif için bakın başka ne yazıyor:

İbnü’l-Arabî, Mevlânâ gibi bazı sûfîlere göre ârif, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarıyla kendisinde tecelli ettiği insân-ı kâmildir. ( TDV, İslam Ansiklopedisi, Cilt 3, Sayfa 362)

Şimdi bu açıklamaları derinlemesine inceleyelim…

Kevser Yeşiltaş kitabında diyor ki: “Hakk, Âlemdir, Âlem Hakktır” “Kamil insan âlemdir, âlem kamil insandır.” Öyleyse, “Hakk, kamil insandır, kamil insan da Hakk’tır”. Bu yüzden Hakk alemin kendisidir. İnsan-ı kamilin kendisidir. Ve arz üzerinde kendisine ulaşmak isteyeni, dileyeni ariflik makamına yükselten yüceliktir. Hakk izin vermese tek yaprak kıpırdamaz. Hakk izin vermese, adım bile atmak mümkün olmaz. Hakk dilemese, hiçbir şey ortaya çıkmaz, belirmez, şekil almaz…”

Arkadaşlar bu açıklamalara göre “Hak”, yani “Allah”, Allah’ın Kur’an’da kendisinden şeytan ile birlikte aşağılıkların aşağısı olan dünyaya birbirlerine düşman olarak orada yaşamaları, ölmeleri ve kıyamet günü dirilmeleri için gönderilmiş, Allah’ın kendisini cahil, unutkan, nankör, zalim ve beşer olarak yarattığını söylediği; ancak Arabi’ye göre ruhani tekâmülünü tamamladığı zaman Allah ile bir olan yani “tanrısallaşmış ilahi bir varlık olan kamil insanın” ta kendisiymiş… Öyle ki Hakk, yani kâmil insan, izin vermez ise tek yaprak dahi kıpırdamaz, adım atmak bile mümkün olmazmış… O dilemese, hiçbir şey ortaya çıkmaz, şekil almaz yani var olmazmış… Kamil insan Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının kendisinde tecelli ettiği varlıkmış…

Yani bu akımın öncülerinden olan Hallac-ı Mansur’un iddia ettiği gibi kamil insan “Enel Hakk”mış. Yani tanrıymış… Onun vücuda gelmiş haliymiş… Devam edelim efendim:

“Allah” ismi, kendini Hakk’ta tanır. Hakk ismi, kendini ilahi isimlerde tanır, İlahi isimler kendini ilahi suretlerde tanır.  İlahi suretler kendini âlemlerde tanır. Ve Hakk kendini insanlarda tanır. Her bir insanda yaratılan ilahi isimlerin ve sıfatların yansıması ile tanır. Eğer insan kalbini arındırır ve temizlerse, işte o vakit cilasız ayna gibi parlar ve Hakk kendini orada tanır. Hakk kendini, insan gönlünde tanıdığı vakit, o insan Hakikatini görmüş olur. Hakk kendini insan gönlünde gördüğünde, insan da gönlünde Hakk’ı görmüş olur. Ve işte bu karşılıklı görme hâli, “BİL”me hâlidir. İnsan bildiği vakit, arif mertebesine yükselmiştir. Artık varoluş ve yok oluş isim ve sıfatları arifte meydana gelmez.”…

Şimdi, bu açıklamaları saygı çerçevesinde eleştirmek gerekir ise, her şeyi en iyi bilen, alimlerin alimi Allah, sanki hiçbir şey bilmeyen bir varlıkmış gibi kendini Hakk’ta, yani kamil insanın temizlenmiş kalbinde görür, bilir ve tanırmış. İnsan da gönlünde Hakk’ı yani Allah’ı, yani kendisini, kamil insanı görür, bilir ve tanırmış. Böylece insan arif olurmuş ve artık o insanda varoluş ve yok oluş isim ve sıfatlar meydana gelmez, Allah gibi ölümsüz olurmuş. Her şeyden önce var olan ve her şey yok olduktan sonra da var olacak olan ölümsüz bir varlık olurmuş… Yani bu düşünce akımına göre neye dönüşüyor bu kamil insan arkadaşlar? Bir tanrıya dönüşüyor… Neden? Çünkü bir tek Allah ölümsüzdür de ondan…

Oysaki Allah kitapta Enbiya Suresi (Peygamberler Suresi) 34’te Hz.Muhammed’e ve tüm insanlığa bu konuda bakın ne diyor:

“Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen öleceksin de onlar ölümsüz mü kalacaklar?”

Bu ne demek? Biz senden önce insanların diri olarak göğe alındığı iddia ettikleri Hz.İsa da dahil olmak üzere hiçbir insana ölümsüzlük bahşetmedik. Sen öldüğün gibi onlar da ölecekler, hiç kimse ölümsüz değildir demek… O halde, insanın ölümsüz olduğunu ve tanrısal bir varlık olduğunu iddia etmek, kitaba göre insanın kendisini Allah’a ortak koşması demek değil midir?.. Bence öyledir… Neyse efendim devam edelim…

“Eğer Hakkın hakikatine varmak istiyor isen, sadece O’ndan dilemelisin. O’ndan dilemek, hiçbir itikada bağlı olmadan kalbi göz ile görmek demektir. “Sen beni an, ben de seni anayım” denmiştir. Karşılıklı bir rezonansın sağlanmasıdır. Arada hiçbir inanç, düşünce, ayrım, kopuş, zorlama, empoze, sınırlama olmaksızın, “beni an, seni anayım” oluşur. Çünkü şah damarından en yakın, kalpte olan Hakk’tır. O gönülde oturan bir sultandır ve kul ile Hakk arasına hiçbir köprü, vasıta giremez, aracılık edemez. Bu yüzden “tek veli Hakk’tır” denmiştir. Hakk kimdir? İnsan-ı kamildir. Tüm âlemlerin bütünlüğü ve birliğidir.”

Ya buna ne demeli? Yazar burada “eğer Hakkın, yani Allah’ın, hakikatine varmak istiyorsan, herşeyi O’ndan (Allah’tan) dilemelisin diyor. Kul ile Hakk (Allah) arasına hiç kimse giremez diyor. Tek veli Hakk’tır yani Allah’tır diyor. Sonra ne diyor? “Veli”, yani “Hakk”, yani Allah, “insani kâmildir” diyor…

Tövbe haşa, bana göre bu cümleler insanoğlunun kendisini Allah’a ortak koştuğunun ve Allah’ın kitabını terk edilmiş bir hale getirip, din diye başka bilgiler ile amel ettiğinin apaçık bir itirafıdır. Burada insan kendi nefsini ilah edindiğini resmen beyan ediyor… Neden derseniz,  Kur’an’da Allah bizlere kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamamızı (Nisa 48,116), kainatta kendisinden başka ilah olmadığını (Bakara 163), ilah olarak yalnızca kendisine kulluk etmemizi ve kendisinden yardım dilememiz gerektiğini (Fatiha5) bildiriyor da ondan:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa 48 ve 116)

“Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir).” (Bakara 163)

“Ey Rabbimiz: Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5)

 Eleştirdiğimiz bu yazılar, Sayın Kevser Yeşiltaş’ın 2017’de basılmış olan “İbn-i Arabi: Arif İçin Din Yoktur” adlı yeni edisyon edilmiş kitabından bize İslam Dini diye aktardığı bazı yazılarıydı. Gelin şimdi Sayın Yeşiltaş’ın kitabının girişinde rüyalarında kendisine mürşidlik ettiğini ve kitabı yazdırdığını iddia ettiği İbni Arabi’nin orijinal metinlerini biraz inceleyelim…

İbni Arabi Fusus-ül Hikem adlı kitabında diyor ki:

“Allah beni över, ben de onu. O bana kulluk eder, bende ona… Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim. Bizden nasıl vazgeçebilir? Ben Ona musaade eder ve Onu zuhur alanına çıkarırım. ” (Sayfa 83)

Arkadaşlar düşünebiliyor musunuz, alemlerin rabbi olan Allah, ilah olarak yalnızca kendisine kulluk etmesi için yarattığı bizlere, bizler de sanki birer ilahmışız gibi kulluk ediyormuş… İbni Arabi  Allah’a izin verir ve Onu ortaya çıkarırmış. (Tövbe haşa) Adam Allah’ı kendisine kul yapmış yahu!.. Bu sözler hakkında fazla yorum yapmak istemiyorum ve Arabi’nin Allah hakkındaki diğer sözlerine devam ediyorum:

Arabi demiş ki “Allah bizden nasıl vazgeçebilir?”…

“Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsin de zuhuru için o bize muhtaçtır. Sen ahkâmla onun gıdası, o da varlıkla senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise, onun özelliği de odur.” (Fususu’l-Hikem, 1/83, el-Halebi baskısı.)

Şu hale bakın… Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah; yaşamak için yemeğe, suya, oksijene ihtiyaç duyan, evrende deniz kenarındaki trilyonlarca kum tanesinden sadece birisi gibi duran bir gezegen olan dünyanın üzerinde mikroskobik bir canlı gibi yaşayan insana muhtaçmış… Biz ahkamımız ile Ona gıdaymışız… Nefsin zuhuru için O bize muhtaçmış…

Bakalım hidayet rehberimiz Kur’an’da Allah, kendisi hakkında bu gibi iddialar ile gelen insanlara ne gibi bir cevap veriyor:

“De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).” (Enam 14)

“Ey İnsanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz, ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir ve hamd O’na mahsustur.” (Fatır 15)

Arabi’nin diğer iddialarını da inceleyecek olur isek:

“Bir vakit olur ki Kul şüphesiz Rab olur. Başka bir vakitte de iftirasız kulluk ve derekesine iner. Kul kulluk derekesine inerse Hak ile genişler. Rab olursa yaşayışı daralır. Kul oluşundan dolayı nefsinin aynını görür, dilekleri şüphesiz Hak’tan genişler. Rab oluşundan dolayı da Mülk ve Melekûl âlemlerindeki bütün mahlûkların kendisinden bir şey istediklerini görür. Halbuki onların dileklerini yerine getirmekten zâtiyle âcizdir. Bundan dolayı bazı arifler bu yüzden ağlarlar. O halde sen Rabb’ın kulu ol, Onun kulunun Rabb’ı olmaya bakma; sonra bu ilgi sebebiyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun. (Sayfa 95-96)

“Sen kulsun ve sen Tanrı’sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. Sen Tanrısın ve kulsun; çünkü sözleşmenle kendini Tanrı’ya bağladın…” (Sayfa 101)

Arkadaşlar, Allah Kur’an’da  bizlere kainatta kendisinden başka ilah olmadığını, ilah olarak yalnızca kendisine kulluk etmemizi ve kendisinden yardım dilememiz gerektiğini bildirmiyor mu? Bildiriyor:

“Ey Rabbimiz: Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5)

Kendisini de bir ilah zannedip, Allah’a ortak koşanlara ne diyor:

“Onlardan her kim, “Allah’tan başka şüphesiz ben de  bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiya 29)

 Peki madem ki hüküm böyle, acaba bu arkadaşlar Allah’ın şu ayetini yanlış mı anladılar da kendilerini Allah ile bir tuttular?

“Sizin gerçek veliniz ancak Allah’tır, ve O’nun Resulüdür, bir de Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı dosdoğru ifa eden ve zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide 55)

Acaba bunlar “Allah bu ayetlerde kendisinin veli olduğunu söyledikten sonra, beşer bir insan olan resulü ve emirlerine boyun eğerek (yani Kur’an ile hüküm verip, amel ederek) namaz kılan ve zekat veren müminleri de veliler arasında söylemiş. Bu bir insan olan resulün ve müminlerin kendisi ile bir olduğunu, kendisi gibi bir veli olduğunu göstermez mi? Eğer onlar “bir” ve “veli” ise, kamil insan da Allah ile birdir ve velidir!” mi demek istiyorlar?

Hadi diyelim ki böyle bir şey iddia ediyorlar ve ilk bakışta hepimize sanki haklılarmış gibi geldi. Ancak ayetteki velilerin özelliklerine baktığımız zaman onların Allah’ın kitabına iman edip, ondaki hükümlerine boyun eğdiklerini, namaz kılıp, zekat verdiklerini, yani din diye Kur’an ile amel ettiklerini görüyoruz.

Ama İbni Arabi’nin ve onun yolundan gidenlerin dediklerine bakar isek, arif olmuş, Allah ile bir olmuş, Hakk olmuş, insanı kamil veli zat için din, namaz, zekat vs diye herhangi bir dini ritüel yok… E nasıl olacak bu iş? Çelişkili bir durum… Sen kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayarak, ayetlerin bir kısmını görmezlikten gelerek, oradaki hükümleri geçersiz kılarak nasıl Allah’ın gerçek bir kulu, dostu, velisi, arifi, kemale ermiş, üzerinde nimeti tamamlanmış peygamberler gibi hakiki bir müslüman kulu olabilirsin ki? Bence asla olamazsın güzel kardeşim kusura bakma…

Anlaşılan, kendilerini bu tanrısal ölümsüz varlıklar olduklarını ilan eden arkadaşlarımız, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının üzerlerinde tecelli ettiği, Allah’ın kainatta vücut bulduğu, kendisini onda gördüğü, yansıttığı, tanıdığı, bildiği, öğrendiği, tecrübe edindiği, kendisine ayna olduğu o kadar üstün ve bilge varlıklar ki, bunlar artık hiçbir günah işlemiyor, hiçbir hata yapmıyorlar demek ki… Bunların hiçbir noksanlıkları, eksiklikleri yok demek ki… Bunlar her türlü eksiklikten münezzeh varlıklar… İlah gibi bir şey bunlar… Bunlar Allah ile bir olmuş, tövbe haşa Allah olmuşlar yahu…

Oysaki bakın Allah Kur’an’da, Firavun ve benzerleri gibi, kendisini tanrısallaşmış, ölümsüz, ilahi bir varlık zanneden ve kendi nefsini ilah edinerek “Enel Hakk” diyenlere gereken cevabı bakın nasıl veriyor bir kez daha tekrarlayalım:

“Onlardan her kim, “Allah’tan başka şüphesiz ben de  bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiya 29)

“Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir de görelim” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara 258)

Şimdi bu kendisini Allah’a ortak koşup, Allah’ın tüm isim ve sıfatlarını üzerinde taşıdığını, kendileri dilemedikçe tek bir yaprağın bile kıpırdamadığı, kendilerinin tanrı olduğunu iddia eden insanlara biz de Hz.İbrahim gibi kitaptaki aynı soruyu sormak istiyoruz:

“Şüphesiz rabbimiz güneşi doğudan doğuruyor, haydi siz de güneşi batıdan doğurun da görelim!..”

Sevgili arkadaşlar, insan ne kadar kamil bir insan olup, kemale ererse ersin, Allah’a ulaşırsa ulaşsın, ne kadar Allah vergisi bir Jedi ustası gibi üstün güçlere/kerametlere sahip olursa olsun asla Tanrısallaşamaz, Tanrının kendisi gibi olamaz. Çünkü:

“O’nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur.” (Şura 11)

“Hiçbir şey Onun dengi ve benzeri olamaz!” (İhlas 4)

Ayrıca insan denen varlık, bu kendi nefslerine tapanların iddia ettiği gibi kainatta yaratılmış olan en üstün (eşrefi mahlukat) ilahi varlık da değildir! Değildir çünkü:

“O ki, yarattığı her şeyi en güzel yapan, ve insanı yaratmaya da bir çamurdan başlayandır.” (Secde 7)

Allah bu ayette insan da dâhil olmak üzere kainatta yarattığı her şeyi en güzel biçimde yarattığını bize bildiriyor mu? Bildiriyor… Bir de şu ayete göz atalım:

“Ve andolsun; biz Âdemoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra 70)

Ya bu ayet ne demek? Bazılarının iddia ettiği gibi Allah insanı kâinatta yarattığı her şeyden üstün tutmuş/kılmış/yaratmış (insan yaratılmış olan en üstün ilahi varlık) mı demek, yoksa yarattıklarının birçoğundan üstün kılmış mı demek? Bence yarattığı her şeyden değil birçoğundan üstün kılmış demek. Sizi bilemem ama bana göre bu ayet evrende bir yerlerde bizden geri, bize eşdeğer ya da bizden daha üstün kılınmış, yaratılmış ve üstün kılındıkları için Allah’ın kendilerine bize verdiği nimet ve imkânlardan çok daha üstünlerini verdiği varlıklar da var demek…

Öyleyse sorarım, sen daha kendini yaratılmış olan en üstün ilahi varlık zanneder, kendini Allah’a ortak koşar ve kendini/haddini/yerini bilmez iken, bu nasıl bir ariflik, bu nasıl kâmillik?

Şeytan bu arkadaşlara yaptıklarını o kadar güzel göstermiş ki, bunlar kendilerinin arif olduğunu zannettikleri zaman Allah’ın Kur’an’da “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” dediği “din” bile bunlara yetersiz kalmışmış… Bundan dolayı “arif hiçbir dini itikad ile, hiçbir inanç sisteminin zorunlulukları ve öğretisi ile bağlı kalmazmış”…

Arkadaşlar, Allah aşkına söyler misiniz, Allah bu kadar peygamberi boşuna mı gönderdi? Onlara boşuna mı kitap verdi? Bunca peygamber ölene kadar kendilerine vahyedilen o ayetleri boşuna mı insanlara tebliğ etti? Boşuna mı ayetler ile hüküm verip, amel etti? Bu adamlar boşuna mı abdest aldı, namaz kıldı, oruç tuttu, zekat verdi? Bu insanlar boşuna mı yaşadı arkadaşlar?

Yoksa bu peygamberler, resuller, ilim sahibi alimler ve müminler, kendilerine verilen nur dolu kitapları ve onlardaki hikmeti yeteri kadar anlayamayan, Allah’ın kadrini gereği gibi bilemeyen, karanlıklarda kalmış cahil insanlar mı da, bizim için din diye bir şey yoktur dememişler ve hayatlarının sonuna kadar Allah’ın emrettiği din üzerinde dosdoğru gidip, onu insanlık âlemine tebliğ etmişler?

Madem ariflerin dini yok, bu peygamberler ölene kadar insanlara neyi tebliğ ettiler o zaman arkadaşlar? Kendi uydurdukları hurafeleri mi? Hayır! Allah’ın insanlar için din olarak seçtiği İslam dinini tebliğ ettiler öyle değil mi?

Sevgili arkadaşlar, peygamberler din nedir, kitap nedir bilmezler iken, kendilerine vahyedilenler sayesinde, gün gelip Allah hakkındaki her şeye arif oldukları zaman “bizim için din yoktur, din bizim için yetersizdir” deyip, kendilerine vahyedilen din kitaplarını terk mi ettiler? Terk edilmiş bir hale mi getirdiler? Allah’ın ayetlerini görmezlikten mi geldiler? Ayetlerin bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ettiler? Onlar ile amel edip, hüküm vermekten, onları insanlara tebliğ etmekten vaz mı geçtiler?

Allah’ın gönderdiği din ve kitap bizim için yetersizdir deyip, kendilerini Allah’a ortak koşup, kendi zanlarına göre dinde yeni hükümler üretip, dine yeni hükümler ekleyip, din diye onlar ile mi amel ettiler? Ve diğerlerini de ettirdiler?

Hayır!.. Kendilerine indirilen Allah’ın ayetleri ile hüküm verip, amel edip, Allah’ın dosdoğru dini üzerinde gittiler… Öyleyse arif olanın dini yoktur da ne demek yahu?

Madem arif için din yok, o zaman arif için Allah da yok…

Neden yok? Yok çünkü böyle bir şeyi iddia etmek demek, Allah’ın kitapta “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır”, “sizin için din olarak İslamı seçtim!”, “Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.” (Bakara 130-132) ayetlerini inkar etmek demek… Dolayısı ile de Allah’ı, indirdiği kitabı ve Allah’ın dinini inkar etmek demek… Bu nasıl ariflik, bu nasıl Allah hakkında her şeye vakıf olma, kendini bilme, rabbini bilme ben anlayamadım…

Madem arif için din ve hiçbir dini öğreti, ritüel vs ile amel etmek diye bir şey yok, arif o zaman namaz da kılmasın, zekatta vermesin, hacca da gitmesin, oruçta tutmasın, Allah’a da şükretmesin…

Mademki arif hiçbir dine bağlı kalmıyor ve sadece kendi hakikatine/zannına uyuyor, o halde arif kendisine yeni bir din ve dini hükümler yaratmış olmuyor mu? Kendi yarattığı bu din ile amel etmiş olmuyor mu? Bence öyle oluyor… Böyle bir insan kendisini Allah ile insanlar arasına aracı olarak da koyar, kendisinin insanları hidayete/Allah’a ulaştıracağını da söyler, Allah’ın kendisine bir kitap vahyettiğini söyleyip, yeni bir din de ortaya çıkarır, her şeyi yapabilir… Bunlar çok tehlikeli yani…

Mademki arif olduğunu düşünen bu zatlar için hiçbir din ve dini öğreti, ritüel vs ile amel etmek diye bir şey yok, o zaman bu zatlar kitaptaki gerçekleri de insanlardan saklasın, ırzını korumasın, zina etsin, anne ve babasına asi davransın, insanların başına dinden sorumlu bir zorba olsun, dedikodu/gıybet etsin, yalan söylesin, emanete ihanet etsin, verdiği sözü tutmasın, insanların ve yetimin hakkını yesin, akrabaya, yolda kalmışlara, yoksullara, hastalara, ihtiyacı olanlara yardım etmesin, öfkeyle hareket etsin, hiç kimseyi affetmesin, mütevazi olmasın, yeryüzünde böbürlensin, kibirlensin, başına gelen musibetlere sabretmesin, iyiliği öğütlemesin, kötülüğü alıkoymasın, insanlar arasında hak ve adalet ile hükmetmesin, okumasın, araştırmasın, düşünmesin, sorgulamasın, çalışmasın, ticarette hile yapsın, çalsın, dolandırsın, bozgunculuk çıkartsın, haksız yere insan öldürsün, israf etsin, merhametsiz olsun.  Bütün bunlar dinin emirleri çünkü…

Şimdi sizlere sorarım, yani şimdi bu insanlar, “sizin için din olarak İslam’ı seçtim” diyen bir Allah’tan, ve o din üzerine yaşayıp, ölene kadar da insanlara o dini tebliğ eden peygamberlerden daha üst bir pozisyonda varlıklar mı? Bunlar dinler üstü, peygamberler üstü varlıklar mı? Allah mı bunlar kardeşim? Hiç sanmıyorum…

Diyelim ki iddia ettikleri gibi din diye bir şey yok, öyle ise bu insanlar kendi aralarında dini/ilahi/ahlaki/insani konularda neye göre hüküm verecekler? Hangi insani ahlaki kurallara göre amel edip hüküm verecekler?

Cevap veriyorum: elbette kendi yarattıkları bir dine ve kendi koydukları dini/ahlaki kanunlara göre… Yani insanın kendisini Allah’a ortak koşup, kendisini tanrı/ilah ilan ettiği dine göre… Oysaki Allah ne diyor?

“Din yalnız Allah’a aittir!” (Zümer 3)
“Hüküm yalnız Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
“O hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır.” (Maide 44, 45, 47)

Demek ki dinde Allah’ın “dininizi kemale erdirdim” deyip indirdiği kitap/din/Kur’an ile hüküm etmek ve yeryüzünde hakkı, adaleti sağlamak lazım…

Bu konu hakkında ciltler dolusu kitapları bulunan bir diğer araştırmacı yazar olan Ergün Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabına bakacak olur isek, kamil olan insan için tüm dinler birdir. Kamil insan tüm dinlerdendir ancak hiçbir dinden değildir. Kamil insan yerin ve göğün oğulları adlı bir grubun üyesidir…

Ergün Candan kitabında şöyle de diyor:

Yunus Emre ve benzeri birçok ünlü  sufi, başlangıcı Mısır Medeniyeti olan, daha sonra İslam’a da uygulanarak Tasavvuf adını alan gizli bir Batıni öğretiden geçmiştir. Yunus Emre’nin geçtiği öğreti üç basamaktan oluşmaktadır. Bunlar ilmel yakin, aynel yakin, hakkel yakindir.

1- İlm-el Yakin: İnisiyasyonun birinci aşamasıdır. Diğer ulusların inisiyasyonunda ifade edilen “Küçük Sırlar” aşamasına denktir. Akıl ve ilim yoluyla elde edilir. İlk temel bilgilerin verildiği aşamadır.

2- Ayn-el Yakin: “Büyük Sırlar” aşamasına denktir. Her ne kadar bazı sırlarla karşılaşıldıysa da yine de, Gerçegin ışığını henüz kalbinde hissedemeyenlerin oluşturduğu aşamadır. Yoğun kendi üzerinde çalışmaların yapıldığı safhadır.

3- Hakk-el Yakin: Ruhsal sezgi gücüyle elde edilen, “İlahi Sırlar” aşamasının karşılığıdır. İslam Ezoterizm’inde bu safhaya ulaşanlara verilen isim “İnsan-ı Kamil”dir. Bu safhada belirli bir dinin mensubu olmak gibi bir düşünce sistemi terk edilerek, tüm dinlerin birliği kavranılır. Bu safha, dinin “Zahiri” görüntüsünün terk edilerek, dinin “Batıni” yönüne geçişin eşiğidir. Bu eşikte dinin kapalı bilgileri açıldığı için, din o eski anlamını yitirir. Dinin gerçek anlamı ortaya çıkar. Bu safhada inisiye tüm dinlerdendir, ama hiçbir dinden değildir. O, Birliğin dünyasında, “Yerin ve Göğün Oğulları” adı verilen bir grubun üyesidir artık…

Gördüğünüz üzere, Ergün Candan’a göre insan kamil olduğu zaman, belirli bir dinin mensubu olmayı terk edermiş. Tüm dinlerin birliği idrak edilirmiş. Kamil insan tek bir dine tabi olmak gibi bir düşünceden sıyrılıp, tüm dinlerden olur ve evrensel bir anlayışa hakim olurmuş…

Peki Allah Kur’a’n’da “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.” (Ali İmran 19), “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Maide 3), “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran 85), yani yarattığı bu evrende ve varsa paralel evrenlerde yarattığı tüm kullarının uymasını istediği evrensel dinin İslam olduğunu bildiriyor mu? Bildiriyor…

Peki Allah Kur’an’da: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve acizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” (İsra 111)

“Bir de cinleri Allah’a bir takım ortaklar yaptılar. Oysa onları o yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.” (Enam 100)

“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı halde nasıl bir çocuğu olabilir?” (Enam 101)

“Rahmân çocuk edindi” dediler. O böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır.” (Enbiya 26)

“O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. ” (Furkan 2), diyor mu? Diyor…

O halde Sayın Candan’a sormak ihtiyacı hissediyorum: Arif Allah ile bir olduğu zaman “yerin ve göğün oğulları” isimli bir grubun üyesi olur” demek, yukarıdaki ayetleri görmezlikten gelmek, yani ayetlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamak, Kur’an’ı terk etmek, terk edilmiş bir hale getirmek demek olmuyor mu? Bence oluyor…

Bir diğer eleştirimde, Sayın Candan’ın kitabında anlattığı kamil insanın tek bir dine tabi olmak gibi bir düşünceden sıyrılıp, tüm dinlerden olması ve evrensel bir anlayışa hakim olması üzerine…

Kur’an mümini, Kur’an’daki ayetlere, hakikate şahitlik eden, Allah tarafından hidayete erdirilmiş, ilim sahibi arif/kâmil bir insan acaba gerçekten tüm dinlerden olabilir mi?

Allah Kur’an’da “ben insanları ilah olarak yalnızca bana kulluk etmeleri için yarattım” diyor… Biz şimdi beşer bir insanoğlu olan İbn-i Arabi’nin ve benzerlerinin  kendi zanları doğrultusunda yarattıkları dine göre arif/kamil insan olacağız, dünyalık bir mevki kazanacağız diye, yüce Kur’an’ı terk edecek ve din diye Mısır’ın Ölüler Kitabı ile ve Tibet’in Ölüler Kitabı ile amel edeceğiz?

Büyükbaş bir hayvana veya bir maymuna Tanrı diye tapacak mıyız? Hristiyanlar gibi kendi ellerimizle Hz. İsa’nın bir heykelini yapıp, Hz.Musa Allah ile görüşmek için dağa çıktığında hemen altından buzağı yapıp ona tapan İsrailoğulları gibi tanrı diye o heykele mi tapacağız? Buda’yı ilah mı kabul edeceğiz? Tanrıyla güreşip onu yendiğini zanneden Yahudiler gibi, beşer bir insana yenilmiş, ve yenildiği için İsrailoğulları’nın ayak bastığı her yeri kendilerine ödül olarak verdiğini, buna karşı çıkan herkesi de öldürebileceklerine müsaade ettiğini iddia ettikleri kendi elleriyle değiştirdikleri bir dine ve yalnızca Yahudilerin tanrısı olduğunu söyleyen bozguncu, kan döken bir tanrıya mı ibadet edeceğiz?

Allah aşkına, tüm dinler nasıl bir olabilir ve Kur’an’a inanıp, onun ile amel eden bir insan nasıl diğer tüm bu dinlerden olabilir? Nasıl Allah’tan başka ilahlar edinebilir? Nasıl hem tüm dinlerden olup, hem de hiçbir dinden olmayabilir? Hiçbir dinden değil ise, zaten İslam’da değildir…

O halde cevap veriyorum: ASLA OLAMAZ!

Çünkü gerçek bir arif, Allah’a ulaştığı zaman, o vakte kadar okumuş, ezberlemiş ve peygamber gibi kalbine sindirmiş olduğu Allah’ın gönderdiği kitaba ve içerisindeki ayetlere şahit olur, şahitlik eder. Onların Allah katından hak olarak getirildiğine, o ayetleri bizzat kendisi yaşayarak görür ve iman eder. Ayaklı yaşayan bir Kur’an olur, İslam olur. Kitabı terk edilmiş bir hale getirmek yerine onu korur… Bir resul gibi kitabı, ayetleri ve onlardaki hikmeti insanlara anlatmaya, peygamberler gibi etrafını aydınlatmaya ve insanlara Allah’ın doğru yolunu göstermeye çalışır. İnsanların kurtulması, karanlıklardan aydınlığa çıkması, gelişmesi, yeryüzünde barışın, hakkın, adaletin, huzurun sağlanması için uğraşır. Allah’ın dinine yardımcı olur…

Dolayısı ise toparlayacak olursak gerçek bir arif, Hz. İbrahim gibi kalbinde Allah’a ortak koştuğu ne kadar ilah varsa onları yıkmalı, din adına atalarından duyduğu ve amel ettiği ne kadar hurafe, bilgi kirliliği, astral tortu vs varsa onları kalbinden ve beyninden silmeli, yerine Allah’ın gerçek dini olan Kur’an’ı Kerim’i ve içerisindeki kalp gözlerini açan, akıl, ilim, bilim, hikmet dolu ayetleri doldurmalıdır…

25.07.2018 Saat 18:15 Cüneyt Aktan

3466 Toplam Görüntülenme 1 Günlük Görüntülenme
Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Leave A Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.