Askerlik Ocağı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini içerideki ve dışarıdaki düşmanlardan korumak amacıyla asker, uzman, astsubay ve subay yetiştiren kurum için kullanılan bir deyimdir. Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki adı Yeniçeri Ocağı’dır. Halk dilinde Peygamber Ocağı’da denir. Türk Milletinin gönlünde özel bir yeri vardır.
Peki, asker yetiştiren bir kuruma neden peygamber ocağı denmiştir? Askerlik Ocağı imam hatip okulları gibi Kur’an’ı Kerim, Arap Dili ve Edebiyatı, İslam Tarihi, hadis, fıkıh eğitimi veren bir kurum mudur? Yunus Emre gibi evliyalar yetiştiren bir dergah, tarikat ya da cemaat midir?
Hiçbirisi değildir. Peki neden böyle denmiştir? Bunu çözmek için bazı araştırmalar yaptım.
Araştırmalarım sırasında Cumhuriyet kurulurken hemen hemen bütün tarikatların ve dergahların kapatıldığını, ama Mevlevi dergâhlarının korunduğunu ya da müzeye çevrildiğine denk geldim. Bunun nedenini anlayabilmek için Mevlevilik üzerine yoğunlaştım. Karşıma Mevlana’nın geleneksel manada bir tarikat yaklaşımıyla hareket etmediği sonucu çıktı.
Mevlana’nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığını, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığını öğrendim. Örneğin, kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de belli bir zikir öngörürdü. Diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma yoluna da gitmemişti. Bilinen başlıca uygulaması müritliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti. Mevleviliğin başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı.
Ancak Sultan Veled, halifeliği döneminde, babası Mevlana’nın düşüncelerini temel alarak Mevleviliği kendine özgü kuralları ve törenleri olan bir tarikat haline getirdi. Bundan sonraki süreçte, Sultan Veled’in şekillendirdiği Mevlevilik yolunun ise askerlik eğitimiyle pek çok ortak yönü olduğu düşünülebilir.
Mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır. Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır. Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir. Bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip Allah’ı bulmak, Allah dışındaki varlıklardan arınmak gerekir. Mevleviliğe göre mürit kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir. Mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden kabul etmeli, ona itaat etmelidir. Kendisini mürşidinden uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır. Halvet yani çile, başka tarikatlardaki gibi kırk gün süren bir ibadet ya da riyazet biçiminde değil, tekkede hizmet biçiminde uygulanır. Binbir gün süren bu halveti tamamlayan kişiye ise derviş adı verilir.
Halvet ya da çile eğitiminde süreç şu şekilde işler:
Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızâsı alınır. Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrâr eder ve kabûl olunursa “matbah” denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta, kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulur. Bu üç gün içinde iki diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder, mecbûriyet olmadıkça konuşmaz, mecbûr olmadıkça posttan kalkıp bir yere gitmez. Üç gün sonra huzûra çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getir-götür işlerine bakar. On sekiz günün sonunda ona artık mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olur.
Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alış-veriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema meşk eder, mesnevî okur. Kâbiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, âyin okumak gibi mûsikî sanatı yahutta hat, tezhip, minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenmesi sağlanır. Bu meşklere, çilesini doldurmuş ve hücre sahibi olmuş “dede” ler nezâret eder.
Çilesini tamamlayan dervişlerin dergaha kabulü için taç ve hırka giydirme adında küçük bir tören yapılır. Taç giyecek mürit başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar. Mevlevi silsilesini okuyan şeyh, Allah’tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir taç ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir. Fatiha sûresini okuyarak dua eder. Hırka ise ayakta giydirilir. Yeniden Mevlevi şeyhleri silsilesi ve Fatiha okunur, dua edilir.(¹)
Ve askerlik…
İlk gün size askerlik süreniz boyunca giyeceğiniz elbiseleriniz verilir, sonraki birkaç gün orada burada tertiplerinizle oturur, etrafı izler, diğer askerler ne yapıyor diye gözlemlersiniz. Daha sonra Mevlevilikte “çile” denilen “acemilik dönemi” başlar. Askerliğin gereklilikleri olan selam verme, yürüme, künye tanıtma ve tüm detaylarıyla askeri hareketler, kurallar ve bilgiler size özenle öğretilir. Orada hiç boş tutulmazsınız. Mutlaka kafanızı meşgul edecek ve sizi bulunduğunuz ortama alıştıracak tuvalet temizliği, mıntıka temizliği, hamam temizliği, karavana taşıma, çöpleri toplama, nöbet tutma, ağaç sulama, silahlı eğitim gibi angarya işler mevcuttur.
Tüm bunları yaparken ve öğrenirken, sizi koruyup gözetmesi ve kuralları öğretmesi için sizden daha önce askerliğe katılmış tecrübeli bir çavuş ya da Mevlevilik’te “dede” dedikleri gibi sizin de kendisine “dede” diyeceğiniz üst devreniz sizin başınıza verilir. Tecrübesiz, acemi bir asker olduğunuz için dedenizi, yine tıpkı Mevlevilikteki mürid-mürşid ilişkisi gibi sıkı sıkıya tam bir bağlılıkla takip edersiniz. Dedenizin ya da üst devrenizin sizin iyiliğinizi istediğini, orada başınıza kötü bir şey gelmemesi için uğraştığını, size her türlü sıkıntıda yardımcı olacağını bilir, ona büyük bir sevgi ve saygı duyarsınız. Onun sözünün dışına asla çıkmazsınız. O “dede” artık sizin komutanınız ve öğretmeniniz olmuştur.
Sivil hayatta belki hiç yapmadığınız ve asla yapmayacağınız bu tip angarya işleri yaparak, zamanla bu işlere alışır ve sahip olduğunuz makam, mevki ve unvan gibi birçok dünyevi zaaftan ve bunların getirdiği kibir, böbürlenme, dik başlılık gibi kusurlardan arınırsınız. Böylece özünüze dönersiniz. Herkesle bir ve eşit olduğunuzu idrak etmekle birlikte, sivil hayatta sahip olduğunuz tüm ünvanların ve statülerin tamamen boş ve geçici hevesler olduğunu anlarsınız.
Uzun dönem askerlikte üç ay, kısa dönem askerlikte ise bir ay süren bu acemilik döneminden sonra, yemin töreni adı verilen bir törenle, aynı Mevlevilikte olan taç giydirme töreninde olduğu gibi, bağlı bulunduğunuz komutanlığın tüm üst düzey subayları ve aileniz önünde, vatanına ve ordusuna her türlü durumda ölümüne hizmet edeceğine dair askerlik silsilesini okur ve yemin edersiniz.
Acemilik süresince göstermiş olduğunuz başarıya ya da eğitim düzeyinize göre er, erbaş, onbaşı ya da çavuş rütbesi alırsınız. Artık siz tam bir askersinizdir. Sivil hayattaki tüm dünyevi kimliklerden, ihtiraslardan, kuruntulardan sıyrılmış, o sistemin ve o ailenin bir parçası olmuşsunuzdur. Daha sonra almış olduğunuz eğitime göre sizin için belirlenmiş bölüklerde ya da kurumlarda hizmet etmek üzere, tıpkı bir derviş gibi usta birliklerine doğru yola çıkarsınız.
Askerliğinizin sonuna kadar giyeceğiniz kıyafetleriniz, yatacak yeriniz verildiği, saç tıraşınız bedava olduğu, üç öğün yemeğiniz önünüze konduğu, markette satılan ürünler dışarıdaki fiyatlardan %90 daha ucuz olduğu, sağlık giderleriniz bedava olduğu, herkes aynı saç ve kıyafetle gezdiği için askeriyede para kazanma, aç kalma, yatak, kılık kıyafet, ev, bark, araba derdi yoktur. Ayrıca sizi hem cinsleriniz ile rekabet içerisine sokacak ve şehvet duygularınızı azdıracak herhangi bir karşı cins olmadığı için de sabah ne giysem, hangi kıyafetimi giyersem daha yakışıklı olurum, saçımın şekli nasıl ya da nasıl görünüyorum acaba gibi gündelik basit dertler yoktur.
Önceden zamanınızın büyük bir bölümünü çalan televizyon ve internet hayatınızdan neredeyse çıkar. Böylece beyninizi gereksiz, yalan dolan, size sürekli olarak sıkıntı ve vesvese veren bilgi kirliliği ile doldurup zamanınızı boşa harcamaz, moral bozukluğu yaşamazsınız. Ya bolca kitap okursunuz ya da gidip tertipleriniz ile sohbet eder, sosyalleşirsiniz.
Her sabah aynı saatte kalkıp, aynı insanlarla kahvaltı edip, aynı kıyafetleri giyip göreve gitmek, görevde ne yapacağını, kim olduğunu, ne olduğunu bilmek, aklına ve nefsine hakim, disiplinli bir insan olarak yaşamak size derin bir huzur verir.
Yemek saatleri dışında kışlada yiyecek bulmak kısıtlı olduğundan eğer marketler kapanmadan önce bir şeyler almamışsanız aç kalırsınız. O yüzden karnınızı doyurmak için bulduğunuz her şey aslında bir nimettir. Banyo saatleriniz kısıtlı olup, çok az yapabildiğiniz için banyo yapabilmek sizin için bir nimettir. Sivil hayatta bolca sahip olup da kıymetini bilemediğiniz her şey burada bir nimettir… Zamanla sahip olduğunuz her şeyin değerini anlar ve onları size bahşettiği için Allah’a şükretmeye başlarsınız.
Tertiplerinizle birlikte aynı koğuşta kaldığınız için asla yalnızlıktan sıkılmaz ve korkmazsınız. Size bir şey olsa, onların sizden bir çıkar beklemeden size yardımcı olacağını, ilgileneceğini, bakacağını bilirsiniz. Tertipleriniz size belki de sizin kendi öz ailenizin yanında bile bulamadığınız güven ve dostluk hissiyatını verirler. Onlar artık sizin aileniz olurlar. Böylelikle kendinizi bir yere ait olmanın verdiği huzur ve güven içerisinde kafanızı yastığa koyarken bulursunuz.
Bir asker olarak savaşmak üzere yetiştirildiğiniz, savaş çıksa tertipleriniz ile birlikte koşa koşa ölüme gideceğiniz, askerdeyken sahip olduğunuz ve kaybedeceğiniz tek varlık da kendiniz olduğunuz için, artık ölümden de korkmamaya başlarsınız. Zamanla kendinizi Allah’a teslim edip, başınıza ne geleceği bilinmez yarınlara doğru Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmadan yatıp kalkmaya başlarken bulursunuz. Bu teslimiyet, bu zihinsel ve ruhani rahatlık, güven ve iç huzur, sizin tüm dünyevi ve nefsani bağlarınızdan, toplumsal baskılardan, sıkıntılardan ve tabulardan sıyrılmanızı ve iç dünyanızda kendinizi ve Allah’ı bulmanızı sağlar. Herkesin sağlar mı bilmiyorum ama itiraf etmeliyim ki benim bulmamı sağlamıştı… O yüzden askerlik ocağının benim hayatımda ve gönlümde çok özel bir yeri vardır ve bana göre bu yüzden peygamber ocağı denmiştir…
Böylesine ilahi güzelliklere tanıklık ettiğim askerlik ocağı, ne yazık ki günümüzde iç ve dış düşmanlarımız tarafından milletimize kötü ve güvenilmez bir yer olarak empoze edilmeye çalışılıyor. Oysa ki, neredeyse Mevlevilik sistemiyle paralel bir sistem ile çalışan ve halk arasında da “Peygamber Ocağı” olarak bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri, benim gibi pek çok insanın ham iken piştiği, kendini ve Allah’ı bulduğu, devletin resmi bir dergahıdır.
Cüneyt Aktan
Kaynaklar:
1) www.semazen.net
21591 Toplam Görüntülenme 3 Günlük Görüntülenme