NEDEN YAZARIZ? YAZAR KİMDİR?

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

230069_10151326418499085_1582461246_n

Yazı yazmak…  Neden milyonlarca insan binlerce yıl boyunca yazı yazarak bize bir şeyler anlatmaya ya da aktarmaya çalışmış ve hala da çalışmaktadır? Kimileri için gereksiz bir uğraş iken, kimi insanlar için neden bu kadar önemlidir yazı yazmak?

Sahiden nedir acaba bu yazı yazmak?

Umag’ın düzenlediği Yazma Semineri’nde saygıdeğer hocam Mehmet Eroğlu bize ilk bu soruyu sormuştu. Ödev olarak bu soruyu cevaplayan bir yazı yazmamızı istemişti. Bu yazı, benim o soruya olan cevabımdır. Hiç unutmam, tüm arkadaşlar derste hocanın gözüne gireceğiz diye yarı çekingen yarı kendinden emin bir şekilde edebiyat ve felsefe parçaladıktan sonra, hoca olayı derste tek bir cümle ile açıklamıştı: “Arkadaşlar, yazarlık herkesin önünde çırılçıplak soyunmaktır..!”

*****************************************

Bana göre  yazı yazmak, herhangi bir konuda bir birikimi ve söyleyecekleri olup da konuşmasına, anlatmasına fırsat verilmeyenin, konuşmaktan çekinenin, görüpte susanın, konuşamayanın, konuşması yasaklananın, konuşmaktan ve eleştirilmekten korkanın konuşması, hiç tanımadığı bir insanla sohbet etmesidir. Yazılanlar bazen yazarın vicdanını rahatsız eden bir konu olur, bazen de başkalarınınkini. Bazen de televizyon izlerken duyduğu bir savaş, katliam ya da zulüm haberi. Yolda giderken gördüğü bir dilenci, ağlayan bir bebek, hasta bir hayvan, kimsesiz bir cenaze bile bir ilham verebilir yazara. Ama genelde otobiyografiktir yazılanlar. Daha çok platonik aşk hikayeleri, dost sanılan insanlardan yenmiş kazıklar. Terk edilişler… İmkansız aşklar…

Yazarın içine attığı onca yıllık yaşanmışlık, bilgi ve birikim, acısı, hüznü, kederi, neşesi bazen daha fazla dayanamayıp bir petrol kuyusu gibi fışkırıverir yüreğinden. Volkan gibi patlar düşünceleri. Konuşmak ister artık, anlatmak. Yeteri kadar sabretmiştir yüreği suskunluğa çünkü susması öğretilmiştir ona bunca sene. Devlette, okulda, ailede, eğitimde ve iş hayatında,  hiçbir şeyi sorgulamaması, düşünmemesi, bulunduğu sistemdeki bozuklukları görmezlikten gelmesi, susması, nerede olursa olsun sadece üstlerine itaat edip, işini yapması emredilmiş ya da öğretilmiştir hep ona. Ama gerçek bir insan olmayı başarmış ve diğerlerine karşı bir sorumluluğu olduğunu idrak eden gerçek bir yazar, eninde sonunda, ama amatör ama profesyonel, bir şekilde bir şeyler karalamaya başlayacak ve yazdıklarıyla sisteme bir şeyler katacaktır.

O yüzden belki de bir yazarın yazdığı ilk konular, yıllarca etrafında gördüğü ya da bizzat yaşadığı haksızlıklar, adaletsizlikler, eşitsizlikler, anlamsızlıklar dolayısı ile onlara karşı içinde tuttuğu ve kusmak istediği öfke, kin ve nefret duyguları olabilir. Ama yazıp, içindeki bu kirli zehirleri kağıda boşalttıkça, kalbi ve ruhu bunlardan arınır. Arındıkça, insanın aklını ve ruhunu bulanıklaştıran bu sonradan kendisine yüklenmiş gereksiz bilgi, duygu ve düşüncelerden arındıkça, görüşü berraklaşır ve bunların yerine daha temiz duygularla yazılmış, hakikate daha yakın olan yazılar ortaya çıkar. Aklındakileri kağıda boşalttığı için, yazacağı yeni deneyimlere yer açılır. Bu bir nevi bilgisayarınızın hard diskinde gereksiz yer kaplayan bilgilerin büyük bir çoğunluğunu flash disk gibi bir cihaza aktarmakla ya da onları bilgisayardan tamamen silmekle  eş bir durumdur. O yüzden yazı yazmayı hamamda tellağın bir insana kese yaptığında onun üzerinden çıkardığı kirli derisi gibi de düşünebiliriz. Eski kirli deriyi değiştirip, yerine yenisini koymak, bunca yıldır taşıdığımız kiri üzerimizden atıp temizlenmek, hamamdan çıktıktan sonra hissedilen rahatlama duygusu gibi de adlandırabiliriz. Bir nevi insanın sahip olduğu yalan yanlış bilgilerden arınarak, yerine doğrusunu koymak, beyninde ve ruhunda bir devrim yapmasıdır yazmak. Zincirlerini kırıp, iplerini koparıp, özgürlüğe koşmak gibidir. Neden derseniz, insan yazdıkça merak eder, araştırır, okuyup, öğrenir ve bilgi sahibi olur. Bilgi ise insanı özgürleştirir. Okumadan, araştırmadan, işin doğrusu bulunmadan, sırf yazı yazmış olmak için yazı yazılmaz. Sosyal bir sorumluluktur yazmak. Çünkü yazdıklarımız gelecek nesillerin iyi yada kötü gelişmesinde önemli rol oynayacaktır. Ayrıca başımıza felaketlerin ye da güzelliklerin gelmesine de sebep olabilecek kuvvetli bir araçtır.

Yazmak özgürlüktür. Çünkü  yazarken yazarın beyninde yazardan daha yüksek hiçbir otorite yoktur. Allah’tan başka hiç kimse onun aklından neler geçirdiğini bilemez. Yalnız başına neler yazdığını da. Düşüncelerini ve yazdıklarını kimse susturamaz ya da engelleyemez. Eğer susuyor ya da yazmak istediklerini tam olarak özgürce yazamıyorsa, ya başına bir silah dayanmıştır, ya da kendi kafasında yarattığı engeller neticesi demir parmaklıklar arasında yatan bir mahkum olmuştur. O yüzden o mahpustan çıkıp özgürleşmesi gerekir. Ancak ne tuhaftır ki, yazar yazı yazarken, mahpushanede tek kişilik bir hücrede en yakın arkadaşına mektup yazar gibi kağıda anlatır tüm dertlerini ve hayallerini. Çünkü genelde yazarlar tek penceresi olan küçücük bir odada, yalnız bir şekilde yazı yazarlar. Kimseyle paylaşamadığı duygu ve düşüncelerini, kendisi gibi düşünen insanlara ulaşacağını düşündükleri kâğıtlarla paylaşırlar ama aslında gene paylaştığı kişi sadece kendisidir. Yazarlar genelde yalnızdırlar yani anlayacağınız. Sonra bu yalnızlığa alışırlar. Yazarken kimsenin onu rahatsız etmemesini isterler. Ne bir telefon ne de bir ses. Artık en yakın arkadaşı kendisi olmuştur yazarın. O, artık çevresi daralmış olduğu halde, kendi iç dünyasında kurduğu ve oraya ait olduğunu düşünerek gurur duyduğu, yüksek erdemlere sahip düşünürler, yazarlar, sanatçılar vs. gibi  kalabalık insanlardan, gruplardan ya da bir camiadan oluşan başka bir hayal aleminde yaşayan bir şizofrenken, yazarak kendi kendisini tedavi edebilen ve deli olmadan veli olunmaz sözünü gerçekleştiren gerçek bir deli ve velidir. Mikrobu kendi vücuduna enjekte edip, tedavisini de gene kendi üzerinde yaptığı deneylerle bulup, bunu insanlık alemine hediye eden bir bilim adamı gibi olmuştur yazar. Yazarken evinden sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıktığından ve neredeyse kimseyle konuşmadığından, hem mağarada yaşayan ilkel bir yabani gibidir hem de Schopenhauer’e göre insan ırkı içerisinde sınırlı sayıda kişiye verilmiş dehaya sahip bir bilge. Kimilerine göre ise öldükten sonra dirilen ve mağarasından çıkan bir Nazaretli İsa…

Yazmak böyle tuhaf birşeydir işte. Çünkü yazmak, insanın gördüğü tüm bozukluklara ve zulümlere bir başkaldırışıdır, isyanıdır. İç dünyasını herkese açmak, herkesin önünde çırılçıplak soyunmaktır. Ölümü dahi göze alıp, tüm çıplaklığı ile insanların önüne çıkmaktır. Çobanına güvenen kurbanlık bir kuzu gibi sonunun ne olacağını bilmeden, yaratanına güvenip, ona teslim olup yaşamaktır. “Beni seven böyle sevsin, ben buyum, benim özüm bu, ne yapacaksanız yapın, yapacağınız hiçbir şey umurumda değil, ben özgür bir insanım, ben alemlerin rabbi olan Allah’a teslim olanlardanım” demek gibi birşeydir. Ruhundaki ve beynindeki tüm olumsuz duygu ve düşüncelerden sıyrılarak, insanın kendisini olduğu gibi kabul etmesi, sevmesi, kendisiyle barışık olması demektir. O yüzden yazar aslında kendisini çok seven bir insandır. Ama kendisini sevdiği için de aslında bütün insanlığı seven bir insandır. Kendisi için yazarken aslında tüm insanlık için yazmaktadır. Çünkü yazarın hikâyesi ya da anlatmaya çalıştığı şey aslında tüm insanlığın hikâyesidir. Yazar yazarak kendisini düzeltirken, aslında tüm insanlığı da düzeltiyor demektir. İnsanların ve dünyanın buna ihtiyacı var mıdır bilinmez ama muhakkak birileri tüm bu yazılan, çizilen şeyleri sipariş etmiştir ki, yazar ister istemez bu görünmez siparişi alıp, bunu yüreğinde hissedip, yazılacak olanı yazmış ve üretmiştir. Bu evrende ki hiçbir şey boşa değildir, boşa yaratılmamış ve yazılmamıştır.

Yazabilmek için hem hayatın içinde hem de dışında olmak gerekir. Okumak, gözlemlemek, araştırmak, incelemek, sohbet etmek, düşmek, kalkmak, ağlamak, koşmak, sevinmek, aşık olmak, ölümü görmek ve hatta belki de ölmeden önce ölmek gerekir. Kısacası yazabilmek için önce insan olmak gerekir.

Ben yazdığımda demin yukarıda bahsettiğim gibi özgürleşiyorum, kendim oluyorum. Kimsenin bilmediği bir dünyada, kimsenin tanımadığı bir sevgili ile birlikte oluyor, konuşuyor, sevişiyorum. Kendi hayal dünyamda yaşayıp, olmak istediğim kimliklere bürünüyorum. Kâh bazen sarı başakların arasında kaybolarak avına doğru usulca yaklaşan bir aslan oluyorum, kâh bazen bir buğday ambarında, yuvasındaki aç yavrularını doyurmak için avlanan bir baykuştan saklanan bir deney faresi. Aynı zamanda hem fareyi hem de baykuşu tavan kirişinden izleyen bir yılan… Bazen de dalıyorum denizlerin okyanusların dibine, hiç zorlanmadan nefes alıyor, oradakilerle muhabbet ediyorum. Onların dertlerini, sevgilerini, hayatlarını paylaşıyorum. Balinalar ile plankton yiyerek kilometreleri aşıyor, geceleri köpekbalıkları ile kayaların arasında avlanıyorum. Bazen bende giriyorum bir plankton olarak balinanın midesine yüzerken öyle, Hz. Yunus’u anıyorum. Bir kaplumbağanın sırtına tutunmuş yıllanmış bir yosun olup, fotosentez yapıyorum. Sonra da kendimi yosun ile beslenen vantuz ağızlı asalak balıklara yem ediyor, kendimi kurban ediyorum.

Bazen de kimsenin ayak basmadığı ormanlarda gezinip, kimsenin gitmediği uzak diyarlara gidiyorum gözlerimi kapatıp. Daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlerde, hiç görmedikleri ve belki de benimde görmemem gereken medeniyetleri kuruyor, yaşamadıkları aşkları yaşıyorum. Sirius yıldız sistemine gidip oradaki diğer insanlarla konuşuyor, onlardan medeniyet ve teknoloji öğreniyorum. Tiplerine hiç aldırmadan… Buna aldırış etmediğim ve rahat olduğum için onlarda beni sevip bağırlarına basıyorlar sağ olsunlar… Değişik yapıdaki insan ve hayvan çeşitlemelerini izleyip, onları seviyorum…

Nereye gidersem gideyim, sevginin tüm kapıları açan evrensel bir anahtar olduğunu görüyorum… Onlar ile dünyada kimsenin yemediği, içmediği şeyleri tadıyor, onların evlerinde kalıyorum. Yazılarını, dillerini öğreniyorum. İşte bütün bunlar yüzünden yazıyorum, demek isterdim… Evet, bir ara bunlar için yazıyordum demek isterdim ama artık ben eski ben değilim…

İlk yazmaya başladığım zamanlar, karım olacağına inandığım kadın neden bana hiçbirşey söylemeden beni terk etti, dost sandığım, adam yerine koyduğum insanlar, neden insan müsvettesi çıktı, arkamdan iş çevirdi, bana kazıklar attı, bunları anlayabilmek, içime ektikleri tüm bu yıllanmış şarap tadındaki zehri atabilmek, kim olduğumu, nereye kadar gidebileceğimi, neler başarabileceğimi görmek ve anlamak için yazdım.

Sonraları canım sıkıldı yazdım. Sırf yazmış olmak için yazdım. Yapacak başka hiçbir işim yoktu, insanlar ne iş yapıyorsun diye sorduklarında “boş boş evde oturuyorum, işsiz güçsüz takılıyor, günlük elime geçen üç beş kuruşu yiyorum” dememek, en azından işe yarayan, bir şeyler üreten bir insan olduğumu hissetmek için yazdım. İnsanlığa ve kendime bir katkıda bulunmak için yazdım. Ustamı, ait olduğum ortamı, benim gibi düşünen, benim gibi olan insanları bulabilmek, onlarla bir araya gelebilmek için yazdım.

Yıllarca omzumda Atlas’ın sırtında taşıdığı dünya gibi taşıdığım, bana başkalarının ve kokuşmuş sistemin yüklediği bilgilerin hangilerinin gerçek olup olmadığını, yararlı olup olmadığını anlamak, hafızamı boşaltmak, ruhumu ve kalbimi gereksiz bilgilerden temizlemek, yeni bilgilere yer açmak, kendimi geliştirmek için yazdım. İnsanları uyarmak için yazdım. Gittiğim doktorlar, danıştığım arkadaşlar, insanlar, akrabalar, hiç kimse beni anlamadığı, verdikleri cevaplar beni tatmin etmediği, kendime benden başka daha iyi bir arkadaş, sevgili, dinleyici, doktor ve usta bulamadığım için yazdım. Kendimi iyileştirmek için yazdım. Hayatıma girip, kalbimi kıran insanların, bana bunları neden yaptıklarını anlayabilmek için aynılarını bende başkalarına yapıp, onların üzerlerinde deneyler yapıp, kendimi onların yerine koyup, kalplerinin pisliklerini görebilmek ve bu gözlemlediklerimi gecesini gündüzünü hastalığın çaresini arayan obsesif bir doktor gibi arayıp, anlayıp, bulup, kâğıda dökmek, insanları ve kendimi anlayıp, kendimi ve insanları düzeltebileceğimi sandığım ve inandığım için yazdım.

Para kazanabilmek, saygı ve sevgi duyulan bir insan olabilmek için yazdım. Öldükten sonrada var olabilmek, arkamda bir eser bırakıp ölümsüz olmak, unutulmamak, “durdurun dünyayı, benimde söyleyeceklerim var, ben de buradayım, ben de bir insanım, ben de bu alemin bir parçasıyım, yaşıyorum, her şeye rağmen hayattayım” demek, yazmadan geçirdiğim her günün boşa geçmiş ve boşa harcanmış bir hayat olduğuna inandığım için yazdım, Evet bütün bunlar için yazdım çünkü bende aslında sizler gibi hataları ve arzuları olan, sıradan, basit, ölümlü bir insanım.

Dünyada bunca kötülük ve şeytan tıynetli insan varken, günahkâr bir kul olduğumu düşündüren ufak tefek günahlarım aslında Allah’ın indinde belki deftere kaydedilecek teferruatlar bile sayılmazlarken, ben Allah’tan ölesiye korktuğum için, kendimi Ona affettirebilmek için, Onun rızasını kazanmak için yazdım. Yazdıkça temizlendiğimi, günahlarımdan arındığımı, göğsümün ferahladığını hissettiğim için yazdım. Senin için yazdım Cüneyt, senin için yazdım. Ben siz, siz de ben olduğunuz için, aslında hepimiz için yazdım…

Cüneyt Aktan

8280 Toplam Görüntülenme 2 Günlük Görüntülenme
Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Leave A Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.