“Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: “Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım.” “Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.” Derken bütün melekler topluca saygı ile eğildiler. İblis hariç, o kibirlendi ve böylelikle kafirlerden oldu.” (Sad 71-74)
Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Kibirlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun? dedi. İblis, “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. (Sad 75-76)
Böylece Allah şeytanı huzurundan kovdu.
Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü orada büyüklük taslamak senin haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. (Araf 13)
Şeytanda “Yine demişti ki: “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.” (İsra 62)
Allah, şöyle dedi: “Sen o bilinen vakte (kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin.” (Sad 80-81)
Böylelikle Allah kıyamete kadar iblisin insana musallat olmasına izin verdi. Şeytan’da Adem ile Havva’yı cennette bile kandırıp, kontrolü altına aldı.
A’râf 20: “Derken Şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
Tâ-Hâ 120: “Nihayet Şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
A’râf 21-22: “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim, diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi.”
Bakara 36: “Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı.”
Tâ-Hâ 121: “Bunun üzerine onlar (Adem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler.
A’râf 22-25: “Rableri onlara, ‘Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?’ diye seslendi. Dediler ki: ‘Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.’ Allah dedi ki: ‘Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.’ Allah dedi ki: ‘Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Böylelikle Adem ile Havva, İblis ve ona uyanlardan olan soyu cennetten yeryüzüne indirildiler.
Yeryüzüne indirilince şeytanın işi bitti mi? Hayır. İblis insanları kontrolü altına alma çalışmalarına devam etti.
Peki, iblisin Adem ile Havva’yı kandırıp, hep birlikte cennetten dünyaya gönderilmelerinden önce, Allah’ın huzurundan kovulmasının sebebi neydi?
İblis, Allah “secde edin!” dediği halde Adem’e secde etmemişti. Neden secde etmemişti?
Allah İblis’e “sen kibirlenenlerden mi oldun?” diye soruyor, Şeytanda “ben Adem’den üstünüm, beni ondan daha iyi yarattın. Ben ondan daha hayırlıyım” diyor.
Demek ki İblis’te bir kendini beğenmişlik, böbürlenme, kendini diğerlerinden üstün, yüce, farklı ve ayrıcalıklı görme, diğerlerini kendinden daha alt tabakada yaratıklar olarak görme gibi hastalıklı bir düşünce söz konusu. Kısacası adam da bir kibir var.
Kibir kelime anlamı olarak kendini beğenme, kendini başkalarından üstün tutma, üstün görme, büyüklenme, benlik, gurur anlamlarına geliyor.
Peki bu kibir denen hastalık İblis’te var da, İblis tarafından sürekli kontrol altına alınmaya çalışılan bir varlık olan insanın kendisinde yok mudur? Bu konuyu tespit ettiğimiz bir takım başlıklar altında incelemekte ve sorgulamakta fayda görüyoruz…
İNSAN EŞREFİ MAHLUKATTIR!
İnsanoğlu, kendisini cennetten kovdurduğu, kıyamete kadar kendisine düşman olduğu ve cehennemlik bir yaratık olduğu için, İblis’i kendisinden daha aşağılık bir yaratık olarak görmektedir. Tıpkı şeytanın ateşten yaratıldığı için kendisini Adem’den daha üstün görmesi gibi o da kendisini şeytandan daha üstün görmektedir. İyi de, Adem’de cennetten yeryüzüne İblis ile beraber Allah’ın emir ve yasaklarına karşı geldiği için kovulmadı mı?
Allah insan için “Sonrada biz onu aşağıların en aşağısına (esfeli safiline) çevirip attık” (Tin 5) diyor. Ayette bahsedilen aşağılıkların en aşağısına çevrilen insanın atıldığı bu aşağılık yer neresi olabilir peki? Elbette ki dünya hayatı, cehennem değil…Kiminle birlikte atıldı peki? İblis ile birlikte…
Allah seni yeryüzüne halife olarak yarattığı, sana her şeyi öğrettiği, anlattığı, seni cennetinde aç, susuz, evsiz, barksız ve çıplak bırakmadığı halde sen Allah’a verdiğin sözü unutup, cennette bile iblise uymuşsun, cennetten dünyaya halife olarak, halife ünvanı ile indirilmek var iken, iblis ile beraber yeryüzüne kovulan aşağılık bir mahlukata dönüşmüşsün. Dünyadaki hayatın sona erip, öldüğün zaman eğer iyi bir insan değilsen sen de onunla beraber dünyadan daha aşağılık bir yer olan cehenneme gideceksin ve aynı azabı çekeceksin. Buna rağmen kendini ondan üstün görüyorsun.
Allah’ın gelmiş geçmiş yüz milyarlarca kulu içerisinden kendisine peygamber olarak seçtiği insan sayısı tahminlere göre 124 bin küsür iken (ki en doğrusunu Allah bilir çünkü bu rakam insanların kendi zanlarına göre uydurduğu bir rakamdır), sanki vahyi alan o 124 bin peygamberden birisi senmişsin gibi kendini birde “eşrefi mahlukat” sanıyorsun… Yani kendinin Allah’ın kainatta yarattığı en üstün mahlukatı olduğuna inanıyorsun.
E iyi de sevgili kardeşim, sen dinini hangi kaynaktan öğreniyorsun bilmiyorum ama Kur’an’a göre sen yaratılmış olan en üstün mahlukat değilsin!
“Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra 70)
Bu ayete göre senden daha üstün yaratılan varlıklar da var bilmem anlayabildin mi?
Gerçi senin kendini öyle sanmanda bir suçun yok. Yok çünkü ilahiyat fakültesinde 4 sene, profesör oluncaya kadar da bir 6 sene daha okuyup, Arapça konuşabildiği ve Kur’an’ı ezbere bildiği için kendisini senden din ve iman konusunda kibir sahibi iblis gibi “daha üstün” görüp, başına dinden sorumlu bir bekçi olmasına müsaade ettiğin hocalarımız sana bunun öyle olduğunu empoze ediyorlar, sen de onları adam yerine koyup söylediklerine inanıyorsun.
Pardon, aslında senin de bunda suçun var. Ne o biliyor musun? Bir kere bile açıp Kur’an’ı kendi öz dilinde okudun mu? Okumadın değil mi? Okumadığın içinde İlahiyat Fakültesinden mezun olsun olmasın, sakalını uzatan, başına sarığı, sırtına da cüppeyi giyen herkese sırf dış görünüşlerinden dolayı nasıl olsa dindar insanlardır diye güveniyorsun ve onların her türlü açıklamalarını Allah’tan gelen vahiyler ve uyman gereken dini emirlermiş gibi algılıyorsun. Oysaki sana vahyedilen ve uyman gerekenler Kur’an idi!
İşin daha da enteresan yanı, bu senin dediklerine inandığın hocalar nasıl birer İslam alimi, Prof.ü, doçenti, hocası, vs.i’leri ki, bunun okulunu okuyup, Allah’ın ayetlerini para karşılığı satıp, bundan ekmek yedikleri halde hiç utanmadan Kur’an’daki gerçekleri bizlerden gizliyorlar ve bize eşrefi mahlukat olduğumuz gibi kibir dolu bir vesvese empoze ediyorlar? Bunlar nasıl hocalar kardeşim? Nasıl din adamı bunlar?
Ne diyor Allah İsra 70’de? “Ve onları (insanları) yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”
Bu ne demek? “Biz insanı yarattığımız varlıkların tümünden üstün kıldık!”, “insan kainatta yaratığımız en şerefli, en ütün varlıktır!” mı demek yoksa “İnsan kainatta yarattığımız en üstün varlık değildir. Ondan daha üstün yarattığımız ve ondan daha üstün kıldığımız yarattıklarımız da vardır.” mı demek? Elbette ki “senden daha üstün kıldığımız varlıklar da var” demek… Eee, sen neden kendini Allah’ın yarattığı en üstün yaratık zannediyorsun o zaman kardeşim?
Gördün mü şeytanın oyununu? Onun kendisini senden üstün görmesi gibi sende kendini yaratılan her şeyden üstün görüyorsun bilmem fark ettin mi? İblis nasıl seni ve tüm İslam alemini hadis, sünnet vs yalanları adı altında Kur’an’dan uzak tutup, kontrolü altına almış ve kendisi gibi kibir sahibi yapmış görüyor musun?
Bakın arkadaşlar, bu şeytan, çok istisnai durumlarda (Hac 53-54, Sad 36-37, Enbiya 82) Allah’ın izni ile seçtiği insanlara kendi gözetimi altında yardımcı olduğu zamanların dışında, hakikaten kendisinden çekinilecek, uzak durulacak bir varlık… Yoksa her fırsatta insanı Allah’ın yolundan alıkoyacak işlerle meşgul. Adam her yere sızmış. Burnunu her deliğe sokmuş.
MÜSLÜMANLAR CENNETLİK, DİĞERLERİ CEHENNEMLİK!
(Bir de) Yahudiler ve Hristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” Maide 18…
“Bir de Yahudilerden ve Hristiyanlardan başkası cennete giremeyecek dediler. Bu, onların kuruntuları. Doğru sözlüler iseniz delillerinizi getirin.” Bakara 111…
Şimdi bu ayetlerde Allah, Yahudilerin ve Hristiyanların, sırf Yahudi ve Hristiyan oldukları için kendilerinin Allah’ın yarattığı en sevdiği kulları olup, tüm diğer dinlerden ve ırklardan olan insanlardan ve yaratıklardan üstün kılındıklarını, kendilerini tanrının soyundan, üstün yaratılmışlardan, elitlerden, yücelerden sandıklarını söylüyor. Onların sadece kendilerinin cennete gireceklerini, diğerlerinin ise cehenneme gideceklerini sandıklarını söylüyor. Ama öyle olmadıklarını, aksine diğer yarattığı kullarından bir farkları olmadığını, onların da sürekli yaptıklarından dolayı cezalandırıldıklarını ve cezalandırılacaklarını söylüyor…
Şimdi siz Hristiyanların ve Yahudilerin burada yaptığını görebiliyor musunuz?
İblis’in kendisini ateşten olduğu için çamurdan yaratılmış olan Adem’den üstün görüp, kendisini yücelerden sandığı gibi, onlarda kendilerini Yahudi veya Hristiyan oldukları için Müslümanlardan ve tüm diğer varlık alemlerinden üstün görüyorlar. Ama Allah bunun doğru olmadığını ve onlarında İblis gibi bu kibirlerinden ve günahlarından dolayı sürekli olarak cezalandırıldıklarını belirtiyor.
Bunu örnek olarak vermemin nedeni ne yazık ki bu durum biz Müslümanlarda da mevcut. Müslümanlar da sırf Müslüman oldukları için kendilerini Hristiyanlardan, Yahudilerden ve diğer dinlerden olan insanlardan üstün görmektedirler. Kendilerini Allah’ın en sevdiği kulları, diğerlerini ise kafir, müşrik, günahkar olarak görmekte, kendilerinin cennete, diğerlerinin ise cehenneme gideceğini sanmaktadırlar. Hatta Müslümanlar onlardan daha da beter bir durumdadırlar çünkü Müslümanlar kendilerini Allah’ın kainatta yaratmış olduğu en üstün varlık yani eşrefi mahlukat olarak da görmektedirler… Allah tüm dünyaya akıl fikir versin ne diyelim…
ALLAH KATINDA DİL ARAPÇADIR, ARAPÇA TÜM DİLLERDEN ÜSTÜNDÜR, DAHA KUTSALDIR…
Bilindiği üzere Hz.Muhammed Araptır. Konuştuğu dil Arapçadır. Dolayısı ile Kur’an’da Arap bir peygambere indirildiği için, onun kolayca anlayabileceği ve kavmine ayetlerini kolayca tebliğ edebileceği bir dil olan Arapça olarak indirilmiştir.
Merhamet sahibi yüce Allah’ın, resulüne onun anlayamayacağı ve halkına tebliğ edemeyeceği bir dilde kitap vahyedip, onu kavmine peygamber olarak gönderip, ona görevinde bu tarz bir sıkıntı çektirmeyeceği aşikardır.
“Biz bu Kuran’ı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik.” (Taha 2)
“Biz onu (Kur’an’ı), öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.” (Duhan 58)
Kaldı ki ümmi bir peygamber, kendisine başka bir dilde kitap vahyedilse, ayetleri daha kendisi bile anlayamayacak, ezberleyemeyecek, kalbine sindiremeyecek ve doğru düzgün telaffuz bile edemeyecektir. Öyle ise daha kendisi bile anlayamadığı ve konuşamadığı bir dildeki ayetleri, o dilden anlamayan ve konuşamayan bir kavme nasıl tebliğ edebilecektir? Nasıl insanlara doğru yolu gösterebilecektir? Edemeyecek ve gösteremeyecektir. O yüzden Allah “öğüt alsınlar diye senin dilinde indirip onu anlaması kolay hale getirdik” diyor. (Kuran’ı Nasıl Okumalıyız? Türkçe mi Arapça mı? başlıklı yazımıza göz atınız)
Bir insan için Kur’an’ı Kerim’i okumanın, anlamanın, unutmamanın ve onu kendi kavmine tebliğ etmenin en kolay yolu nedir? Elbetteki onu kendi dilinde okumak, anlamak, ezberlemek ve tebliğ etmek.
Bakınız Allah bu başka bir dilde ibadet etme ve Kur’an okuma konusunda Kur’an’da ne buyurmuş?
“Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).” (Fussilet 44)
Gördünüz mü, Allah eğer biz o Kur’an’ı Arapça değil de başka/yabancı bir dil ile Araplara indirseydik onlar peygambere ayetleri bize Arapça olarak açıklasaydın, Allah ayetleri Arapça olarak anlayacağımız bir şekilde sana indirseydi de, seni ve getirdiğin dini/ayetleri anlasaydık. Ne demek istiyorsun Muhammed, biz seni ve getirdiğin dini anlayamıyoruz, bizim dilimizle konuşsana? Bizim dilimizle açıklasana? Arapça konuşan Arap bir peygambere ne kendisinin ne de bizim anlamadığımız başka bir dilde kutsal kitap öyle mi? Git başımızdan, bizi rahatsız etme! derlerdi ve iman etmeyip, inkar edenlerden olurlardı” demek istiyor.
Öyle ise bana söyler misiniz? Daha Arapların kendileri bile kolayca okunur ve anlaşılır bir Arapça ile indirildiği belirtilen Kur’an’ı Arapça okuyup, onda ne denmek istediğini anlayamazlarken, kalpleri ve akılları ona kapalıyken ve onlara başka bir yerden (yani başka bir dilden) sesleniliyormuş gibi gelirken, siz nasıl Kur’an’ı Arapça okuyup anlayacaksınız ki?
Allah “Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. [38:29].” diyor. Eğer okuduğumuz kitabı anlamaz isek, ayetler üzerinde nasıl düşünebilir ve öğütler alabiliriz ki? Nasıl doğru yolu bulabiliriz ki? Nasıl Allah’a yakışan kullar olabiliriz ki? Saç ve sakalı uzatarak mı? Sarık, türban ve cüppe giyerek mi? Tarikat, cemaat, mezhep dediğimiz binlerce gruba ayrılmış, her birisinin de imanı ibadeti birbirinden farklı, haktan sapmış yollara başvurarak mı? Yaptığı işe karşılık sizden para isteyen din adamları, milletin karısını kızını bacısını okuma üfleme ayağı adı altında cinsel taciz eden hacılar, hocalar, ya da müritlerine cinsel organlarını öptüren şeyhler ile mi? Hiç sanmıyorum. Ancak derinlemesine okuyup, ayetlerin ne anlama geldiğini anladığımız, kendi öz dilimize çevrilmiş olan Kur’an ile doğru yolu bulabilir ve Allah’a ulaşabilirsiniz sizce de öyle değil mi?
Âl-i İmrân 103: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”
Sebe 50: “De ki: “Ben eğer sapmışsam ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem bu da Rabbimin bana vahyettiği (KUR’AN) sayesindedir.”
Dolayısı ile yukarıdaki ayetlerden anlıyoruz ki, Allah kendisine peygamber olarak başka bir kavimden, başka bir dille konuşan birisini seçseydi, Kur’an gene aynı Kur’an olacaktı ama başka bir dilde inecekti. Demek ki kutsal olan Kur’an’ın vahyedildiği dil değil, indirilen ayetlerin, Kur’an’ın ta kendisidir. Zaten Kuran’a göre Arapça kutsal bir dilde değildir. Çünkü Kuran, her kavme peygamberlerin ve resullerin gönderildiğini ve bu peygamberler ile resullerin kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini/tebliğ ettiklerini bize bildirmektedir. (2 Uydurulan Din, Kurandaki Din)
“Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık seçik beyanda bulunsun.” (İbrahim 4)
Örneğin Tevrat Hz. Musa’nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa’nın kavminin dilindedir. Hz. Nuh’un vahiyleri de kendi kavminin dilinde. Bu mesajları kutsal yapan onların Allah’tan indirilmiş olmalarıdır ve bu mesajların hiçbiri Arapça değildir. (3 Uydurulan Din, Kurandaki Din) Eğer Allah şu anda beni kendisine peygamber olarak seçseydi, bana Türkçe Kur’an’ı Kerim verecekti. Türkçe olduğu içinde değerinden hiçbirşey kaybetmeyecekti. Ben de insanlara ayetleri tıpkı şu anda bu yazımızda okuduğunuz çevirisi eksiksiz yapılmış olan Türkçe ayetler ile tebliğ edecektim. Eksiksiz diyorum çünkü eğer çevirisi eksik ise demek ki bu yazımızda onların meallerinden yararlandığımız, onları çeviren ve bize onları Türkçe olarak tebliğ eden hocalarımızda okuduklarından hiçbir şey anlamıyor ve bizleri kandırıyorlar demektir. Hiçbirisi bize hocalık yapacak insanlar değillerdir demektir.
Ayrıca eğer Allah herkesin Arapça konuşmasını ve Kur’an’ı Arapça olarak okuyup, anlamasını, ibadet etmesini isteseydi bu kadar dili neden yaratsın? Tek bir dil yaratırdı ve herkes o dilde konuşup, anlaşırdı. Bunca sıkıntı ve savaş hiç yaşanmazdı. Allah tüm dilleri kendisinin yarattığını ve bunun da kendisinin var olduğuna dair insanlara bir delil olarak nitelemiş. O halde nedir bu Arapçayı kutsallaştırma olayı?
“O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (Rum, 22)
Öyle ise söyler misiniz, yukarıdaki ayete göre Allah’ın Arapçadan farklı lisanlarda konuşan insanlar yaratıp, farklı renklere ve kavimlere ayırdığı bu insanlar Kuran’ı Kerim’i hangi dille okuyup öğrenecek ve kendi kavimlerine tebliğ edecekler? Arapça mı? Hayır, elbette kendi öz dillerinde.
Kaldı ki tekrarlamakta bir mahsur görmüyoruz, Allah Kur’an’da her kavimde peygamberlere verilen kitaplara iman edip, onlarla amel eden, koruyan, şahitlik eden ve gidip kendi dillerinde kavimlerine kutsal kitapları açıklayan, tebliğ eden resullerin, alimlerin, şahitlerin, sadıkların ve hatta cinlerin bile olduğunu bize bildirilmiştir.
“Rabbimiz! Onlara içlerinden öyle bir resul gönder ki; onlara senin âyetlerini okusun/açıklasın, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her türlü kötülükten arındırsın.” (Bakara 129)
İbrahim 4: “Biz, her resulü ancak kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) açık açık anlatsın.”
“Her kavim içinde bir yol gösteren vardır.” (Ra’d 7)
Şimdi Bakara 129 ayetindeki niyazdan, daha önce nebi vasıtası ile kendilerine gönderilmiş olan bir kitabı kendilerine açıklaması, öğretmesi ve doğru yolu gösterip, insanları ahlaksızlıktan kurtarması istenen bir elçinin kendilerine gönderilmesi istendiğini anlıyoruz.
Bunun aksi olsa idi, Allah ayetlerinde “Ey rabbimiz, onlara öyle bir elçi gönder ki, ona, hak ile batılı birbirinden ayıran, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, kalplerindeki hastalıkları yok edip, iyileştiren, senin dosdoğru yoluna kılavuzlayan bir kitap ver. Ona verdiğin kitap ile o insanlar arasında hüküm etsin. Ayetlerini insanlara okusun, açıklasın, tebliğ etsin. Onlara hikmeti öğretsin ve her türlü kötülükten arındırsın.” derdi.
Bu olmadığına göre demek ki bu resul, daha önce gönderilmiş olan bir kitaba göre hareket edecek ve ayetleri kendi içerisinde bulunduğu kavmin anlayacağı şekilde tebliğ edecektir. Yani kendi dilinde ya da bulunduğu kavmin dilinde. Bu resul Türk ise Türkçe, Alman ise Almanca tebliğ edecektir. Alman birisinin gidip ayetleri kendi kavmine Arapça tebliğ etmesi, insanları Arapça konuşarak anlamadıkları bir dilde her türlü kötülükten arındırabilmesi düşünülemez.
Ya da insanları Arapça okumaya, yazmaya ve konuşmaya teşvik ederek, onlar Arapçayı öğrendikten sonra onlara ayetleri tebliğ etmesi ve kitabı yarım yamalak anlamalarını sağlaması düşünülemez. Bunun aksi olsa Allah “Allah sizin için kolaylık diler, güçlük dilemez.” (Bakara 185), “Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun” ve “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 256) demez, “Hepiniz gidin, Arapça okuma yazmayı öğrenin ve ondan sonra kitabımı okuyun. Kur’an’ı Arapçanın dışında bir dille sakın okumayın. Arapçadan başka dilde okursanız günahkar olursunuz. Allah katındaki hak dil Arapçadır, onun dışındaki tüm diller yasaktır. Kim onun dışında bir dil arar ya da konuşursa fasıklardan, cehennem ateşinde yanacaklardan olur. Çünkü Allah katında hak din nasıl İslam ise, Allah katındaki tek dil de Arapçadır” derdi. Demediğine göre!… Aksine bunların yerine :
“O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (Rum, 22) demiş.
Kaldı ki Allah’ın mesajı Arapça yazılabileceği gibi; Allah’a, dine karşıt sözler, putlara iltifatlar da Arapça yazılabilir. Eğer Allah imkân verirde Arapça konuşulan bir ülkeye gidebilirseniz, tuvalette, çöpte, otobüste, evde, işyerinde, her yerde Arapça yazıldığını, Türkçeyi gündelik yaşamımızın her alanında nasıl kullanıyor ve konuşuyorsak, Araplarında Arapçayı aynı şekilde kullanıp konuştuğunu, Arapçanın da diğer dillerden hiçbir farkı olmadığını görebilirsiniz. Sokaktaki evsiz barksız, çöplerden yiyecek toplayan bir insandan, hapishanedeki bir tecavüzcü ya da hırsıza kadar herkesin, bizim gibi kutsal emanetlerine saygı duyan bir milletin abartarak Allah’ın dili zannettiği Arapça’yı konuştuğunu görür, Arapçayı kutsallaştırarak nasıl bir hata yaptığınızı anlayabilirsiniz. Ama insanlarımız sürekli asgari ücretle çalıştırılıp, köleleştirildiği, karnını doyurmaktan ve başını soktuğu evin masraflarını karşılamaktan başka hiçbir şey düşünmediği ve gücü yetmediği için, ne yazık ki ne bir Arap ülkesine tatil yapmaya gidebilir, ne de tanesi 20-30 TL’den satılan kitapları alıp okuyup, ayetler üzerinde derinlemesine düşünüp kendini geliştirebilir. Geliştiremediği içinde eğitimsizlik yüzünden din de dahil olmak üzere her türlü konuda istismara açık hale gelir.
Bu eğitimsizliği fırsat bilerek, Arapçayı Allah’ın özel dili, Cennet’in lisanı; Arapça harfleri de Allah’ın Özel harfleri, Cennet’in harfleri gibi gösteren mezhepçi zihniyete sahip kişiler, dinimizin kaynağı Kuran’ın, Arapça bilmeyenlerce anlaşılmasını engellemişler (4 Uydurulan Din, Kurandaki Din) ve kendilerine din ile bir takım dünyevi menfaatler sağlamışlardır.
Arapçayı böyle kutsal bir dil haline getirenler, ya kutsal emanetlerine büyük değer veren ama dinlerinden bir haber olan dindar insanlardır, ya da onlardan dünyalık menfaat ve makam sağlayan, kibir sahibi üç kağıtçılardır.
Bunlar öyle şeytan tıynetli ve kibir sahibi insanlardır ki, Arapça bilmeyenlerin Kuran’ı anlamasını engelledikleri ve kendilerine tabi kıldıkları yetmiyormuş gibi, Arapça bildikleri, Kur’an’ı Arapça okuyup, yazıp, konuştukları, din ile dünyalık bir makam ve mevki elde ettikleri için, iblisin kendisini topraktan yaratılmış olan Adem’den üstün gördüğü gibi onlarda kendilerini diğerlerinden üstün görürler ve kendilerini din konusunda insanların üzerine zorba birer bekçi zannederler.
İnsanların din konusundaki bu cahilliklerinden faydalanarak yaptıkları türlü laf cambazlıkları ve büyülü sözlerle onların kendilerini din konusunda üzerlerinde zorba birer bekçi olarak görmelerini sağlar, iblisin insanları kontrolü altına aldığı gibi onları kontrolleri altına alır ve kendilerine taptırırlar.
Türkçe Kur’an okuyanlara “Neden sende bizler gibi Arapça okuyamıyorsun, Arapça konuşamıyorsun, neden senin Arapçan yok? Sen Arapça bilmiyorsan Kur’an’ı da bilemez ve anlayamazsın. Biz Arapça bildiğimiz ve Kuran’ı Arapça okuduğumuz için senden daha üstünüz. Biz İslam dinini senden daha iyi biliyoruz. Biz sana değil, sen bize uyacaksın ” deyip, kendilerini çok beğenirler ve kibirlenip böbürlenirler. Türkçe Kur’an okuyanlara aşağılık insan muamelesi yaparlar. Oysaki kendileri iblisin kontrolü altına aldığı ve kibir sahibi yaptığı insanlardır. Allah hepsine hidayet eğlesin…
Kısacası, anlayacağınız dünyada durum kötü… İblis; ekonomi, politika, askeri, ilim, bilim, istihbarat, aklınıza gelebilecek her yere sızdığı gibi dinin de içine sızmış ve ajanlarını her yere yerleştirmiş. Bir örümcek gibi ağlarını örmüş ve sabırla insanların bu ördüğü ağlara düşmesini, onların kendisine bağlanmasını, kendi din diye uydurduğu yalanların, hadislerin ve rivayetlerin ardına düşmelerini ve onları Allah’ın doğru yolundan çıkarmayı bekliyor. Oysaki ne diyor Allah Örümcek Suresi 41. Ayette: “Allah’tan başka dost ve yardımcı edinip, onlara bağlananların durumu, kendisine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en çürük ve zayıfı örümceğin evidir, keşke bunu bilselerdi”…
Kısacası herkesin kendisine din diye edindiği doğru, çökmek üzere olan bir din ve doğru. Çünkü tek bir din ve doğru var o da “İslam” ve o İslam’ın dünyadaki tek geçerli kaynağı olan “Kur’an-ı Kerim”… Ancak insanların çoğu Kur’an’ı terk etmiş durumda…
Her neyse, konumuza geri dönelim.
IRKÇILIK
Ben 1978 doğumluyum. Yani 38 sene önce dünyaya geldim. Aklımın bir şeylere erdiği zamanlarda Abd başkanı Ronald Reagan’dı. Bunları söylememin sebebi, şimdi vereceğim örnekler o kadar eski bir zamana ait değil… O zamanlarda bile her gün televizyonda haberlerde Abd’de beyazların siyahlara işkence ettiğini, beyaz polislerin zencileri dövüp öldürdüğünü, zencilerin insan yerine konmadığını izler ve duyardım.
İzlediğim filmlerde ise zenciler hep aşağılanır, köle olarak kullanılır, evlerde ve tarlalarda hizmetçi rollerinde oynarlardı. Onlar değersiz, kolayca gözden çıkarılabilen, ölmesine göz yumulan varlıklardı. Sahipleri olan beyazlar onları canı sıkılınca kolayca bir av hayvanını öldürür gibi öldürebilirdi. Zencilerin sahiplerine karşı gelmesi ve isyan etmesi yasaktı. Belki bu söylediklerim bir çok genç arkadaşımız için uydurma gibi geliyordur ama yukarıda Allah var, hakikaten tüm bu sapıklıklar bir zamanlar dünyada yaşandı.
Çoğu Amerikan filminde Kızılderililer de zenciler gibi aşağılanır ve kolaylıkla öldürülürdü. Filmlerde bize sanki onlar Kızılderililerin topraklarını değil de, Kızılderililer onların topraklarını işgal etmiş gibi gösterir, gidip adamları katlederlerdi. Bir de bunlardan kendilerine kahramanlık destanları falan yazar, iyiyi kötü, kötüyü iyi gösterip, kendilerini iyi bir halt ediyormuşçasına yüceltirlerdi.
Bu adamlar medya aracılığı ile beynimizi bir güzel böyle yıkadılar ve yaptıkları zulümlere dünya olarak göz yummamızı sağladılar.
Bu adamlar bu taktikleri sadece zencilere ve Kızılderililere değil, Ruslara ve Yahudilere de uyguladılar. Ama bu onlara biraz pahalıya patladı çünkü Ruslar ve Yahudiler, o zenciler ve Kızılderililer gibi onlardan teknoloji ve medeniyet olarak geri değildi. Onlarında beyaz adamlar ile aynı silahları, okulları, orduları vardı.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları patlak verdi. Her dinden milyonlarca insan öldü… Yeni ülkeler kuruldu. Yıkılan yerlere yapılan inşaatlarla cepler dolduruldu. Hepsine kendilerini korumaları için silahlar satıldı. Ama bu kadar ölüm ve para, bu kana susamış beyazları durdurmaya yetmedi… Kendilerine sorduğun zaman yeryüzünün ıslah edicileri olduklarını söyleyen ama gerçekte bozguncuların ta kendisi oldukları belli olan bu beyazlara saltanatlarını sürdürebilmek için yeni bir düşman gerekiyordu. Ve onu da çok geçmeden buldular… İşte o yeni düşman, İslam ve Müslümanlardı.
Bugünlerde bu zencilere ve Kızılderililere yapılan anti propaganda ve zulm, Araplara, dolayısı ile de tüm Müslümanlara yapılıyor… Bu konuya ileride yeterince değineceğim.
İşte Abd’de beyazların zencilere yaptıkları tüm bu zulümlerin nedeni “KİBİR”dir arkadaşlar! Şeytan tarafından kontrol altına alınmış insanlar ya da bizzat şeytanın ta kendisi tarafından işlenen kibir…
Abd’de kim olduklarını bilemediğim ama bana göre rahmetli John F. Kennedy’nin onların kim oldukları açıkladığı bir takım gizli örgütler ve onların sahip oldukları medya araçları ile beyinlerini kontrolleri altına aldıkları bir takım beyazlar, kendilerini tüm dünyadan üstün gördüler. Muhtemelen bunlar demin ayetlerde bahsettiğim kendilerini Allah’ın oğulları ve sevgili kulları sanan, ama gerçekte şeytana uyan bir takım Siyonist Yahudi ve Hristiyanlardır…
Bu adamlar iblisin Adem’den kendisini üstün gördüğü gibi kendilerini zencilerden üstün gördüler. Onlara zenci diye iş vermediler, okullara almadılar, en kötü işlerde çalıştırdılar, onların kendileri gibi iyi para kazanıp, iyi eğitim alıp, iyi yerlere gelmelerine ve topluma faydalı birer birey olmalarına engel oldular. Zencilerin çocuklarına ve gelecek kuşaklarına iyi eğitim ve yaşam koşulları sağlamalarını engellediler. Onların yok olması için uğraştılar. Onlarla aynı yerlerde yemek bile yemediler. Dükkânlarından, restoranlarından kovdular. Karanlık yerlerde onları sıkıştırıp, sırf siyah oldukları için dövdüler, öldürdüler. İşledikleri suçları onların üzerine attılar ve onların suçsuz yere hapse girmelerine neden oldular. Zenci oldukları için onların kendilerini savunma ve konuşma hakları bile yoktu.
Yargıç, hakim ve savcılar onları hiç dinlemeden “zenci değil mi ne de olsa pis bir suçludur” diye hiç yargılamadan sırf zenci oldukları için hapse tıktılar. Onlara göre zenci oldukları için hepsi suçluydu ve yeryüzündeki tüm kötülükleri sadece zenciler işleyebilirdi. Beyazlar hep iyiydi, beyazlar asla kötü olamazlardı. Kötü olan yalnızca siyahlardı. Beyazlar ise ahlaklı, dürüst, kültürlü, kiliselerine gidip gelen, dindar ve medeni insanlardı(!)…
Daha sonra bu iyi eğitim alamayan, beyazlar gibi iyi koşullarda yaşayamayan, bu tür baskı ve zulümler gören zencilere ne oldu biliyor musunuz? Çoğunluğu beyazlar gibi iyi bir yaşam sürebilmek için kolay ama kötü yoldan para kazanmanın yollarını arayıp, buldular. Uyuşturucu, kadın satıcılığı, fuhuş, alkol, zina, hırsızlık, tecavüz, gasp, kaçakçılık gibi suçlara meylettiler.
Başlangıçta bu beyazların da işine geldi. Böylece para kazanmak için kendi yapmak isteyip de, kendi ailelerini, arkadaşlarını ve insanlarını uzak tutmak istedikleri tüm bu tür pis işlerini onlara yaptırdılar. Kendileri ise daha iyi, daha huzurlu, daha düzgün ofislerde ve işlerde çalışmaya, daha güzel evlerde yaşamaya başladılar. Artık beyaz insan sınıf atlamıştı onlara göre.
Ama daha sonra bir şeyi fark ettiler. Böyle yaparak aslında kendi kendilerine zulm etmeye, kendi elleriyle yaptıklarının cezasını çekmeye ve tatmaya başlamışlardı. Huzurlu bir hayat süremiyorlardı. Çünkü zenciler de para kazanmaya başlıyor ve kendileri gibi hatta kendilerinden daha iyi giyinip, kuşanıyor, daha lüks evlerde yaşıyor ve daha iyi arabalara biniyorlardı.
Zencilerde beyazlar gibi silahlara kolaylıkla ulaşabiliyor, etrafta onların zencileri öldürdükleri gibi onlarda beyazları öldürüyorlardı. Parayı basıp aynı mahallelerde ev almaya başlıyor, rüşvet verip, beyaz hakimleri, savcıları, polisleri satın almaya başlıyorlardı. Zenciler de artık beyazların taktiklerini öğrenmiş, paranın büyük bir güç olduğunu anlamışlardı. Ama bir durum söz konusuydu. Para, zaten eğitimsiz ve bu suçlarla büyümüş olan zencileri de en az kendileri kadar yozlaştırmıştı ve kendileri ile aynı mahallede oturan bu kendi yozlaştırdıkları, gangster kılıklı, tehlikeli ve bela tip olan zencilerin çocukları ile kendi çocukları arkadaş olmaya başladılar. Artık onlarla aynı mahallelerde yaşamaya başladılar. Kuşaklar kaynaştı, birlikte büyüdü. Zenciler müzik ve film endüstrisinde söz sahibi olmaya başladılar.
Filmlerde ve müziklerde (istisnalar hariç) ahlaksızlık ve yozlaşmışlıklar, parayla yapılan gösterişler ve sonradan görmüşlüklerle dolu, elmas kaplı dişler, kocaman altından kolyeler, seks, ahlaksızlık, ensest yaşam tarzlarıyla dolu filmler, müzikler ve klipler çekmeye başladılar. Bu fitnelerini onlarda beyazlar gibi televizyon, radyo vs gibi medya organlarıyla etrafa yaymaya başladılar.
Dini imanı para olmuş olan bu elit, korkak ve kibirli beyazlar, baktılar ki zenciler bundan milyarlarca dolar para götürüyor, bu tür yayınlar baya popüler ve tutuluyor, onlarda zencilere destek oldular ve kendi kanallarında para kazanmak için yayınladılar. Tabi haliyle bu tür yayınlarla beyinleri yıkanan beyazlar da zenciler gibi uyuşturucu ve kokain bağımlısı olup, bunları alır satar ve kullanır oldular. Kendi elleriyle oluşturdukları alkol, zina, fuhuş, ahlaksızlık ve yozlaşma dolu yaşam tarzı kendi çocuklarına da bulaştı. Ne yazık ki zencilerin ve kendi halklarının da böyle olmalarını yine kendileri sağlamıştı.
Daha sonra ABD’yi, Avrupa’yı ve dünyanın gelişmiş ülkelerini yöneten bu beyazlar, bu tutumlarından vazgeçtiler ve onlara da kendileri gibi yaşama hakkı verdiler. Onları eğittiler, kendileri gibi her işte çalışmalarını sağlayıp, topluma faydalı birer bireyler haline getirdiler. Bugün sahip oldukları bu acı dolu geçmişe sahip medeniyetleri ile çok mutlular ve huzur içerisinde yaşıyorlar. Bugün adamların zenci Abd başkanları bile var. Eminim ki ileride bunların Kızılderili ya da Müslüman başkanları da olacak ama bu gerçekleşmeden önce bunlar Kızılderililere ve zencilere yaptıkları gibi biz Müslümanlara da çok zulüm edecek, bize de çok çektirecekler benden söylemesi. Ki neler çektirdiklerini bugün hep birlikte izliyoruz zaten. Ortadoğu yanıyor, kan ağlıyor.
İşte bu kendilerini elitlerden olarak gören beyazların tüm bu bahsettiğim saçma sapan tarihi yaratmalarının sebebi dediğim gibi kibirdir kardeşim, kibir.
Adam kendisini zamanında zencilerden üstün gördüğü gibi bugün de biz Müslümanlardan üstün görüyor. Bizi de zenciler gibi değersiz, gözden çıkarılabilen varlıklar olarak görüyor. Bizim üzerimizden zamanında zencilere yaptırdığı uyuşturucu, alkol, kadın, silah, maden, aklınıza gelebilecek her türlü kaçakçılığı ve satıcılığı yaptırıyor. Bunları kendi insanlarından ve ülkesinden uzak tutup, kendi insanını koruyup, gözetip, onlara daha iyi yaşam koşulları sağlayıp, buralardan elde ettiği kanlı ve haram paralarla cebini dolduruyor ve kendi halkına bakıyor. Biz Müslümanları birbirimize kırdırıyor, silah, uyuşturucu vs satıyor. Zamanında güçsüz kıldıkları zenciler gibi bizim de güçsüz olmamızı istiyor. Kendileri gibi iyi, huzur dolu koşullarda yaşamamızı, bizimde iyi eğitimler alıp, iyi işlerde çalışıp, iyi paralar kazanıp, kendileri gibi giyinmemizi, yememizi, içmemizi, gezmemizi, iyi evlerde yaşamamızı, iyi arabalara binmemizi istemiyorlar. Zamanında zencileri sırf derilerinin renginden dolayı dışladıkları gibi bizleri de sırf Müslüman olduğumuz için dışlıyor ve zulm ediyorlar.
Bizleri ve tüm dünyayı Hollywood’da yaptırdıkları filmler ve kontrolleri altında tuttukları medya, basın ve ışid, el kaide vs gibi terör örgütleri aracılığıyla yaptıkları anti Müslüman, anti arap, anti islam, anti türk vs propagandaları ile kamuoyunda küçük düşürüyor, değersiz gösteriyorlar.
Müslümanların Müslümanlıktan ve İslam’dan soğuyup, uzaklaşıp, kendi değerleriyle çatışmalarını, asimile olmalarını, kendileri gibi yaşayan ılımlı Müslüman adı verilen devşirmeler yaratıyor, Müslümanların din değiştirip Hristiyan ve Yahudi olmalarına uğraşıyorlar.
Bu tip propagandalar ile insanların beyinlerini yıkayıp, Hitler’in Yahudilere yaptığı soykırım benzeri soykırımı, Ortadoğu’da Müslümanlara kendileri yapıp, bu yaptıkları zulümleri, savaşları ve soykırımları meşru gösteriyor, Müslümanların da zenciler ya da Yahudiler gibi katledilmesine tüm dünya kamuoyunun sessiz kalmasını sağlıyorlar.
Bugün bu soykırımlardan Irak, Libya, Suriye, Mısır, Fas, Filistin, Türkiye ve Kürtler en çok acıyı çeken milletler arasında yer alıyor. Tüm dünya, hele ki kendilerini İnsan Hakları konusunda tüm dünyadan “üstün gören” (bakınız bu da bir kibir) ama Suriyeli göçmenleri sınırlarından içeri dahi almayıp, Yunanlıların denizde göçmenlerin botlarını batırıp, onların boğulmasına sebep olmalarına sessiz kalıp, ne kadar iki yüzlü olduklarını anladığımız Avrupalılar, bütün bu olanları görmezlikten görüyorlar.
Yahu bu Abd’li adamlar İslamiyeti ve Müslümanları tıpkı Kızılderilileri yok ettikleri gibi yok edebilmek ve bu yolda dünya kamuoyunu yanlarına çekebilmek, kendisine savaşacak asker bulabilmek için kendi ikiz kulelerini dahi patlattılar. Daha ne diyelim biz bu konuda…
Yahu bir durun kardeşim, bir durun. İnsanlık tarihi hep aynı. Tarih tekerrür edip duruyor. Bizler yapıp ettiklerinizi görebiliyoruz. Artık sandığınız kadar akıllı ve üstün değilsiniz. Taktikleriniz, korkularınız her şeyiniz artık deşifre oldu. Daha başka yapabileceğiniz bir taktik ya da oyun maalesef kalmadı. Neden derseniz, malzemeniz hep aynı kardeşim: insan…
Sokağa çıktığında hep aynı arkadaşları ve oyuncaklarıyla hep aynı oyunları oynamak zorunda kalan ve bunlarla oynamaktan başka çaresi olmayan çocuklardan farkınız yok! Yok çünkü sizin aslında bu dünyada bizlerden başka oyun oynayabileceğiniz ve sizin bu çektirdiğiniz acılara göz yumabilecek, sineye çekebilecek başka arkadaşınız ve dostunuz yok. Siz ABD’li Siyonist, satanist, kabalaist beyazlar, hep aynısınız. Çok komiksiniz siz kardeşim. Saklambaç oynarken saklandığı yerden bir tarafları gözüken ve ebe tarafından kolaylıkla sobelenen çocuklar gibisiniz artık bunu anlamıyor musunuz?
Bu oyunu sadece siz mi iyi biliyor ve oynuyorsunuz sanıyorsunuz? Artık bütün dünya bu oyunu oynamayı öğrendi. Bütün dünya bu oyunu oynuyor. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. Herkes paraya sahip olmaya ve kendi halkını korumaya, onlara iyi yaşam koşulları sunmaya çalışıyor. Artık dünya eskisi gibi değil ki!
Bir durun, bir kendinize gelin kardeşim. Nedir sizin derdiniz? Yoksa siz bizden korkuyor musunuz? Korktuğunuz için mi bütün bunlar? Yok değil ise bakın siz nasıl bir oyun oynuyorsunuz? Hepinizin eli kolu gözü kanlı ve yaralı. Böyle oyun mu oynanır? Ya siz düzgün oyun oynayamıyorsunuz ya da oynadığınız oyun düzgün bir oyun değil. Bir büyüyün artık kardeşim. Artık aklı başında, olgun insanlar gibi davranıp, kavgaları, savaşları durdurun. Bizleri bölmeye, yok etmeye çalışacağınıza, madem ki çok gelişmiş ülkeler ve medeniyetlersiniz, bizden daha büyüksünüz, o zaman bizlerin de sizler gibi iyi yaşam ve eğitim koşullarında yaşamamızı sağlayın kardeşim. Büyüklerimiz, yaşlılarımız, abilerimiz olarak bize yol gösterin. Milyarlarca doları bizi birbirimize kırdırıp yok etmek için istihbaratlara, suikastlere, silahlara, bombalara, terör örgütlerine, savaşlara harcayacağınıza, bizim gelişmemiz için kullanın ve bizim gelişmemizi sağlayın. Sağlayın ki sizin daha önce tıpkı zencilere yaptığınız ve kendi kendinize zulm edip, yaptıklarınızın yanlış olduğunu acısını kendiniz bizzat yaşayıp görerek öğrendiğiniz gibi, bizler de kendi ellerinizle yarattığınız o zenciler gibi size ve kendimize zulm ettiğimiz ve bunun acılarını karşılıklı tattığımız zaman öğrenmeyin.
Sizin gibi huzur dolu, insan gibi yaşanacak yaşam koşullarında yaşamaktan başka gayesi olmayan biz Müslümanları kendinize düşman etmeyin. İzlemiş olduğunuz yanlış politikalardan dolayı Müslümanların size düşman olup, size savaş açmasına izin vermeyin. Bu tarz yanlış politikalar ile sizin bizim ülkelerimizde bombalar patlatıp masumları katlettiğiniz gibi Müslümanların da sizin ülkenizde bombalar patlatmasına müsaade etmeyin. Sizin geçtiğiniz bu acı dolu gelişme sürecinden yine sizlerle birlikte hep birlikte acı çekerek geçmemize izin vermeyin. Dönüp aynada bir kendinize bakın. Biz ne yapıyoruz yahu diye kendinizi bir sorgulayın. Hatalarınızın farkına varıp, kendinizi ve hareketlerinizi değiştirin. Tüm bu düşmanlık dolu politikalarınızın yerine gelin bize yardımcı olun. Bildiklerinizi, teknolojinizi, medeniyetinizi, ilminizi, biliminizi, kültürünüzü bizimle paylaşın. Bize öğretin, yol gösterin. Öğretin ki biz de başkalarına öğretelim ve büyüklerin küçüklerini koruduğu gibi biz de bizden küçük olanları koruyup, gözetelim, onlarında sizler, bizler gibi büyük, medeni, olgun birer dünya ülkeleri olmalarını sağlayalım. Etrafına faydalı birer birey yetiştirir gibi biz de bu ülkeleri yetiştirelim ve etraflarına faydalı birer ülkeler haline getirelim. Hep birlikte bu dünyayı büyütelim, geliştirelim daha yaşanır bir memleket haline getirelim. Bunu savaş yoluyla değil, peygamberinizin emrettiği gibi iyilik, güzellik, sevgi ve saygıdan yana yapalım. Bırakın artık şu kibri. Kendini dünyanın hakimi olarak görmeyi. Bırakın bu firavunluğu, tek bir devlet tarafından yönetilen dünya hâkimiyeti sağlamaya çalışmayı. Zaten Allah size bunu vermeyecek. Çünkü Süleyman peygamber “bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mal ve mülk ver” demiş. Demek ki Allah Süleyman as’dan sonra yeryüzünde yaşayan hiçbir kuluna Süleyman as’a verdiği gibi bir hükümdarlık vermeyecek. Bunu anlasanıza kardeşim…
MAL, MÜLK ve EVLAT YARIŞI
Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. (Hadid 20)
İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. (AL-İ İMRAN/14)
Dünya hayatında kendimizin çalışıp hak ettiğimizi, başardığımızı, yaptığımızı ve sahip olduğumuzu düşündüğümüz tüm mallarımız, evimiz, arabamız, işimiz, makamımız, ünvanımız, hatta eşimiz ve çocuklarımız dahi aslında Allah’ın kendisine şükretmemiz için bize katından bir armağan olarak verdiği nimetlerdir.
Ancak insanoğlu yaratılışı gereği rabbine karşı çok nankör olduğu için, tüm bu nimetleri kendisine verenin rabbi olduğunu unutup, hepsini kendisinin başardığını zanneder ve bu sahip olduklarıyla da övünüp böbürlenir. “Ben böyle yaptım, şöyle başardım, bu kadar kazandım, bana ya da mallarıma bir şey olacağını sanmıyorum” der ve kendisinden daha az nimetler ve imkanlar bahşedilmiş olan insanları kendisinden daha aşağıda görüp, kendisini üstünlerden olarak görür ve kibirlenir. Tıpkı tarlası olan adamların halini anlatan ayetlerdeki gibi…
“Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk. Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık. Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm. Ve o, nefsine zulmederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun (bu bağın) ebediyyen helâk olacağını zannetmiyorum. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer Rabbime döndürülürsem, and olsun ki orada bundan daha iyisini bulurum’ dedi.
Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Ne o! Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratanı, sonunda da seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyorsun? İşte O benim Rabbim olan Allah’tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam. Bahçene girdiğin zaman, her ne kadar beni kendinden mal ve nüfus bakımından daha az buluyorsan da: ‘Maşallah! Kuvvet ancak Allah’a mahsustur!’ demen gerekmez mi? Rabbim, senin bahçenden daha iyisini bana verebilir ve seninkinin üzerine gökten bir felaket gönderir de bahçen yerle bir olabilir. Yahut suyu çekilir bir daha da bulamazsın’ dedi. Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. Ah, diyordu, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!”(Kehf 32-45)
Günümüzden 1400 küsür sene önce indirilmiş olmasına rağmen, ayetlerden anlıyoruz ki, insanoğlu pek bir değişikliğe uğramamıştır. Hala sahip olduğu malları arttırmanın, en güzel evde oturmanın, lüks arabaya binmenin, erkeğin/kadının en güzeli ve zenginiyle evlenmenin, kendisiyle gurur duyacağı evlatlar yetiştirmenin, bankada parasını biriktirmenin, en güzel yerlerde tatil yapmanın, en pahalı marka elbiseleri giymenin ve bunlarla övünmenin, hava atmanın, böbürlenmenin, kendisini zengin gibi göstermenin, zengin hissetmenin peşindedir.
Nerede okudukları, ne yiyip içtikleri, hangi mekanlara takıldıkları, hangi marka elbiseyi giydikleri, nasıl bir kız/erkek arkadaş ile birlikte oldukları, nerede, hangi unvanla, kaç para maaşla işe girdikleri gibi konular çocukların kendi aralarında dahi bir yarıştan ibaret iken, ebeveynler de bu yarıştan geri kalmamakta ve çocuklarının eğitimiyle, zekasıyla, başarılarıyla övünmenin, birbirlerine hava atmanın ve kibirlenmenin peşindedir. Gençler bu yarıştan en çok etkilenenlerdir. Maddi imkânsızlıkları yüzünden kendi giyindikleri markalardan giyinmeyen, takıldıkları mekanlara takılmayan kızları/erkekleri insan yerine koymazlar. Aralarına almazlar ve asla beraber olmazlar. Onlardan hamamböceği görmüş gibi kaçarlar.
Ne yazık ki günümüzde bu mal, mülk, evlat ve süs yarışı, televizyon, internet ve sosyal medya sayesinde artık alenen yapılmakta ve bu yarış normal bir yaşam tarzı haline gelmiş bulunmaktadır.
Hatta bu yarış daha da ileri bir boyuta geçmiştir ve artık insanlar facebook, instagram ve benzerleri gibi sosyal ortamlarda namahrem olan fiziksel güzelliklerini ister video, ister foto olsun sergilemekte, spor yapmış vücutlarını yarıştırmakta, kendilerine tek gecelik aşk yaşayacakları güzel vücutlu, zengin, yakışıklı, seksi partnerler bulup, yatıp kalkmaktadırlar.
Anlayacağınız artık zina ve fuhuşta bu yarıştan nasibini almıştır. Kadın erkek herkes daha fazla kadın ve erkekle birlikte olmanın, özellikle de sosyal ortamlarda takipçisi ve popülaritesi yüksek, yani bir nevi çevrelerinde ünlü olan ve onlarla birlikte olduklarında fotolarını sosyal medyalarından paylaşıp arkadaşlarına hava atabilecekleri, onları kıskandırabilecekleri, o adam ya da kadınla yatıp kalktıkları için nefslerini ve egolarını tatmin edip, “ben bu yaz falancayla beraberdim, sen kiminle beraberdin, ayy o muu, biliyorum biliyorum, benimkinin şöyle yazlığı var, böyle arabası var, şöyle kalçası var, böyle yatı, katı, parası var, yatakta şöyle iyi, böyle iyi, falanca şu ünlü restoranda yemek yedik, şu marka şarabı içtik, şu diskoya gittik, bu kadar hesap ödedik, benim birlikte olduğum kadın/adam seninkinden daha iyi, senden daha iyi tatil yaptım, yani ben senden daha üstünüm” vs cinsinden kibirlenebilecekleri insanların ya da avların peşinde koşturmaktadırlar. Allah herkese akıl fikir versin ne diyelim.
Anlayacağınız aslında biz insanoğlu olarak altın çağda değil de, kutsal kitaplarda her türlü ahlaksızlığın ve yozlaşmışlığın yaşandığı cahiliye devri denen bir devirde yaşıyoruz bilmem farkında mısınız?
Neden böyle bir çağdayız ve neden herkes bu yarıştan nasibini almış derseniz, bu yukarıda bahsettiğimiz insanların kendileri gibi olmaya çalıştıkları insanların büyük çoğunluğu gene iblis tarafından kontrolü altına alınmış medya yayın kuruluşlarının ahlaksızlık ve yozlaşma dolu yayınladığı yayınlar ve o yayınlarda önümüze adam diye sundukları ruhlarını paraya satmış spikerlerin, sanatçıların, ünlülerin, akademisyenlerin ahlaksızlık, yozlaşma ve ensest ilişkilerle dolu yaşam tarzlarını bize gerçek yaşam diye empoze etmeleridir.
Günümüzde iblis özelleştirme adı altında küresel sermaye ile ele geçirdiği tüm ülkelerin medya organlarını kullanarak, insanları kontrolü altına almış ve herkesi elitlerden olmaya, kendini yücelerden, zenginlerden, ayrıcalıklı olanlardan olma hissiyatı empoze etmekte ve nefislerini tatmin etmenin peşinde koşmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen ruhu ele geçirilmiş insanlar yaratmıştır.
Bunun içinde parayı ve medyayı bolca kullanmaktadır. Filmlerinde, dizilerde ve yarışmalarda yüksek sosyeteye ait lüks yaşam biçimleri imrendirilmiş, insanların bunlara sahip olmaya çalışmaları amaçlanmıştır. Bunlara ulaşılırken her yol mubahtır. Namusunuzu, ailenizi, karınızı, çocuğunuzu, dostlarınızı, kendinizi satabilir, bu ayrıcalıklı yaşama ulaşmak için her türlü ahlaki yozlaşmaya göz yumabilirsiniz. Adam öldürebilir, kardeşinizi dolandırabilir, kardeşinizin karısıyla/kocasıyla beraber olabilirsiniz. Ülkelere ve insanlara suçsuz yere suikastler düzenleyip, iftira edip, onları hapse attırabilir, öldürebilirsiniz. Ülkeleri ele geçirebilmek ve dünya kamuoyunu savaş açacağınız ülkeye karşı arkanıza almak için kendi ülkenizde bombalar patlatabilir, suçu kendi yarattığınız terör örgütlerine atabilir, o örgütleri o ülkeler besliyor, koruyor deyip, oralarda yaşayan masum sivilleri petrol, altın, elmas, para elde etmek için katledebilirsiniz. Para kazanmak ve kibirlenebilmek için her yol mubahtır yani TV’de anlayacağınız. Allah hepimize hidayet eğlesin…
Cüneyt Aktan
09.09.2016
Kaynaklar:
-
Kuran’ı Hangi Dilde Okumalıyız? Türkçe mi Arapça mı? (www.cuneytaktan.com)
-
Uydurulan Din, Kur’an’daki Din, İkra Yayınları
-
www.kuranmeali.org
5927 Toplam Görüntülenme 1 Günlük Görüntülenme
2 comments on “ŞEYTANIN EN SEVDİĞİ GÜNAH: KİBİR”