Merhaba Arkadaşlar, bu yazımızda, Nevada 51.Bölge’de çalışmış ABD’li Fizik Mühendisi Bob Lazar’ın Sports Model adını verdiği ufonun kullandığı teknoloji ile bu ufolarda yakıt olarak kullanılan element 115 ve element 116’nın ne olabileceği hakkında konuşacağız. Zevkli okumalar dilerim.
GİRİŞ
ABD NEVADA 51. BÖLGEDE ÇALIŞMIŞ FİZİK MÜHENDİSİ BOB LAZAR ‘A GÖRE UFO’LAR NASIL ÇALIŞIYOR?
Bob Lazar, Nevada 51.Bölge’deki gizli üste çalışmış bir fizik mühendisidir.
Lazar, hayatını ve kariyerini riske atarak bu gizli üste UFO benzeri uçan disklerin bulunduğunu ve bunların uçuş prensiplerinin denendiğini açıklamıştır.
Lazar’a göre burada ”Yerçekimi Amplifikatörü” denen bir aygıt geliştirilmiştir.
Lazar, araç için yakıt olarak 223 gramlık henüz keşfedilmemiş bir element olan element 115’in kullanıldığını açıklamıştır. Bu element turuncu renkte olup oldukça yumuşaktır. Öyle yumuşaktır ki tırnakla hafifçe bastırdığınızda üstüne çentik bile atılabilmektedir. Fakat buna karşılık element şaşırtıcı derecede ağırdır.“
Lazar açıklamalarında uçan dairelerin bir anti-madde reaktörüne sahip olduğunu ve reaktörün yakıt olarak atom sayısı 115 olan bu elementi kullandığını ifade ediyor.
Lazar Element 115’in dünyadaki elementler gibi tek yönlü değil, iki ayrı amaçla kullanılabilen bir element olduğunu belirtiyor ve açıklamasına şöyle devam ediyor:
“Disk şeklindeki bu uzay araçları bir atom reaktörüne sahipler ve bir tür termo elektrik enerji jeneratörü olan bu reaktör, elektrik enerjisi üretiminde kullanılıyor.
Reaktörü çalıştırmak için element 115 denen yüksek oktanlı bir sıvı, element 116 denen bir başka elemente dönüşerek çekirdek parçalanması ile anti nükleer tepkime meydana getiriyor. Bu işlem sonucu % 100 enerji dönüşümü gerçekleşerek reaktörde muazzam bir ısı oluşturuluyor. Buna göre anti madde reaktörü bir tür anti nükleer enerjiyle işletilen mini bir termo elektrik enerji santrali işlemi görüyor. Buradan elde edilen elektrik enerjisi dalga kılavuzuna ve yerçekimi amplifikatörlerine sürülüyor….
Element 115, dünya biliminin henüz bilmediği ve özelliğini tanımlayamadığı bir yerçekimi enerjisini sağlıyor. Bu enerjiye A Enerjisi de deniyor. A enerjisi, kaynağını element 115’in çekirdeğinden alıyor ve yayılıyor. Element 115, anti-madde radyasyonunun da kaynağı, bu gereken hareket gücünü oluşturuyor…”
Lazar’a göre adı geçen yerçekimi ya da uçuş Amplifikatörü’nün sistemi bu A enerjisini bir yere odaklayarak, uzay- zamanın bükülmesini sağlıyor. Uzay-zaman bükülümünü, basit bir anlatımla ışık hızından çok daha yüksek bir süratle, zamanın ve üç boyutlu uzayın dışında mekan değişimi gerçekleştirmek olarak ifade edebiliriz…
Bu uzay-zaman bükülmesini, ayrıca bir Kara Deliğin çekim alanı kadar bir güç alanını oluşturmak olarak da tanımlayabiliriz. Böylece elde edilen dev enerji, ışık yılları gibi çok büyük uzaklıkların aşılmasını sağlıyor.
Lazar’a göre bu araçlar kendi yerçekimsel atmosferlerini de yaratıyorlar. Dünya nasıl yerçekimi kuvvetiyle her şeyi kendine doğru çekiyor ve yerde tutuyorsa, ufolar da bu yerçekimsel alanın bir benzerini araç çevresinde yaratıp bu gücü bir hareket kaynağı olarak kullanıyor.
Evet arkadaşlar. 51. Bölgedeki ABD gizli üssünde çalışmış bir mühendis olan Bob Lazar’ın ufoların çalışma prensiplerine dair anlattıkları böyle. Şimdi gelin Lazar’ın anlattığı bu teknolojinin ne olabileceği hakkında konuşalım.
Sevgili arkadaşlar, şimdi anlatacaklarım, teknolojik olarak bizden milyonlarca yıl üstün olduğunu düşündüğümüz dünya dışı yaşama ait bu teknolojiyi açıklamak için belki biraz basitmiş gibi gözükecek fakat az sonra delilleri ile ispat ettiğimde göreceğiniz üzere ben ufoların bitkilerdeki fotosentez mantığıyla çalıştıklarını düşünmekteyim. Kısacası adamların uzay gemilerinde doğal, temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olan yeşil enerji kaynağını tercih ettikleri kanaatindeyim. Gelin neden böyle düşündüğümü size açıklayayım…
GELİŞME
Fotosentez bitkilerin karbondioksiti emip yerine oksijen üretmesidir. Fotosentez bitkilerde kloroplast adlı hücrede gerçekleşir. Kloroplastlar milimetrenin binde üçü çapında mercimek şeklindeki küçük disklerden oluşmuştur. Seyyar bir enerji santrali gibi güneş ışığını emen klorofilleri saklayan bu organizmalar bütün sistemin kalbidir.
Kloroplastın içinde “tilakoid” adı verilen yassılaşmış çuval şeklinde yapılar vardır. Bunlar fotosentezin kimyevi birimleri olan klorofilleri muhafaza eder.
Bu tilakoidler, “grana” adı verilen 0,0003 (onbinde üç) milimetre büyüklüğünde, madeni para şeklinde üst üste yığılmış disklerden oluşur.
Bir kloroplastın içinde bu granalardan 40-60 adet bulunur.
Kloroplastların fotosentez gerçekleştirebilmesi için güneş ışığına ihtiyaçları vardır. Güneş, birçok farklı dalga boylarında ışık yayar. Ancak bu dalga boylarından sadece bir tanesi yaşam için gerekli olan ışığı içerir.
Dünyanın manyetik yapısı ve atmosferi öyle bir yapıya sahiptir ki, sadece yaşam için gerekli olan bu aralıktaki ışığın geçmesine izin verirken, yaşam için zararlı olan X ışınlarını, gama ışınlarını ve diğer zararlı tüm ışınları emer ya da geri yansıtır.
Dolayısı ile bitkinin kullandığı bu ışık çok özel bir yapıya sahiptir. Bu ışık, hem atmosferde hassas bir elekten geçerek süzülür, hem bizim algılayamayacağımız kadar küçük bir mesafe aralığında hareket eder, hem de bilinen en yüksek hıza sahiptir.
Büyük mesafeler kat ederek bitkiye kadar ulaşan bu ışık, bitkide bulunan özel bir anten sistemi tarafından algılanır. Bu anten sistemi o kadar hassas bir yapıya sahiptir ki, sadece atmosferden süzülerek gelen, fotosentez yapmaya gerekli olan bu çok küçük bir dalga aralığındaki özel ışığı yakalar.
Bitkilerde bu özel güneş ışığını yakalayıp emen yeşil pigmentlere klorofil denir. Klorofiller, dünya hayatının devamında çok önemli bir role sahip olan fotosentez işlemini hiç durmaksızın gerçekleştirirler. Bu klorofil moleküllerine “anten pigmentler” de denir.
Fotosentez işleminde görev alan bu özel anten, yüzlerce klorofil ve karotenoid molekülü ile reaksiyon merkezi olan Klorofil A molekülünden oluşur.
Klorofil A olarak adlandırılan reaksiyon merkezinin çevresinde anten benzeri bir ağ oluşturarak reaksiyon merkezi için (Klorofil A için) ışık toplarlar. Bir zincirleme reaksiyon sayesinde fotosentez de başlamış olur.
Reaksiyon merkezi, 250’den fazla anten molekülünün birinden enerji aldığında, elektronlarından biri daha yüksek bir enerji seviyesine çıkarak bir alıcı moleküle transfer olur. Yani Klorofil A’ya ait olan bir elektron, etrafta dizilmiş bulunan diğer klorofil moleküllerine geçer. Bu sayede zincirleme bir reaksiyon ve elektron akışı dolayısıyla fotosentez de başlamış olur .
Bitkilerin fotosentez yapabilmeleri ve hayatlarını sürdürebilmeleri için güneş ışığına ihtiyaçları olduğu kadar ısıya da ihtiyaçları vardır. Belirli bir sıcaklıkta tomurcuklarını patlatarak çiçek açan, yapraklanan bitkiler, ısı belli bir sıcaklığın altına düştüğünde yaşamsal faaliyetlerini sona erdirirler. Isı arttıkça kimyasal işlemler de iki ya da üç misli artar.
Aydınlık Evre ve Karanlık Evre
Fotosentez iki aşamada meydana gelir. Bu aşamalar “aydınlık evre” ve “karanlık evredir”. Sadece ışık olduğu zaman meydana gelen aydınlık evrede fotosentez yapan pigmentler güneş ışığını emerler ve sudaki hidrojeni kullanarak kimyasal enerjiye dönüştürürler. Açıkta kalan oksijeni ise havaya geri verirler. Işığa ihtiyaç duymayan karanlık evrede ise, aydınlık evrede elde edilen kimyasal enerji, glikoz yani şeker gibi yüksek enerjiye sahip organik bir maddeye dönüştürülür.
Bunu daha detaylı açıklamak gerekirse fotosentezin ilk aşaması olan aydınlık evrede, karanlık evrede yakıt olarak kullanılacak olan NADPH ve ATP ürünleri elde edilir.
Karanlık evrede ise aydınlık evre sonucunda ortaya çıkan bu enerji yüklü ATP ve NADPH (nikotinamid adenin dinükleotid fosfat) molekülleri, sudaki karbondioksit kullanılarak, şeker ve nişasta gibi besin maddelerine dönüştürürler.
Karanlık evre dairesel bir reaksiyondur. Bu devre, sürecin devam edebilmesi için reaksiyonun sonunda yeniden üretilmesi gereken bir molekülle başlar. Kelvin devri de denilen bu reaksiyonda NADPH’yle bitişik olan elektronlar ve hidrojen iyonları ve ATP’yle bitişik olan fosfor kullanılarak glikoz üretilir.
SONUÇ:
Evet arkadaşlar, bana göre Bob Lazar’ın ufosu ile kloroplast hücresi arasında tesadüf ötesi benzerlikler bulunmaktadır.
Öncelikle ikisi de şekil itibari ile mercimek şeklindeki bir diskten oluşmaktadır.
İkisinde de bir anten ve o antenin diskin içerisinde etkileşime girdiği bir reaktör ve madeni para şeklinde üst üste dizilmiş olan yapıları vardır.
İkisi de bir elementi başka bir elemente çevirip yakıt olarak kullanmaktadır.
Hatırlarsanız kloroplasttaki anten, atmosferden süzülen ve fotosentez yapmak için gerekli olan çok küçük bir dalga aralığındaki özel ışığı yakalayan özel bir antendir ve bu anten adı Klorofil A olan reaksiyon merkezi için ışık toplar ve fotosentezi başlatır.
Klorofil A’da (reaksiyon merkezinde) aydınlık evrede yakıt olarak kullanılacak olan NADPH ve ATP ürünleri elde edilir. Karanlık evrede ise bu moleküller sudaki karbondioksit kullanılarak, şeker ve nişasta gibi besin maddelerine dönüştürülür.
Hatırlarsanız Lazar’ın anlattığına göre ufolar da kendi etraflarında dünyadakine benzer yerçekimsel bir atmosfer yaratıyorlardı. A enerjisi adı verilen enerjiyi bir yere odaklayarak, uzay- zamanın bükülmesini sağlıyorlardı.
Ufonun tam ortasından geçen ve reaktör merkezine ulaşan bir anten vardı. Reaktör merkezinin alt kısmında da turuncu renkli bir yakıt olan element 115’i muhafaza eden, üreten, veyahut onun element 116’ya dönüşmesini sağlayan madeni para şeklinde üst üste dizilmiş plakalar vardı.
Ben bu dalga kılavuzunun, ufonun kendi etrafında yarattığı yerçekimsel atmosferden süzülerek gelen belirli bir dalgadaki o çok özel güneş ışığını emen, ışığı reaktör merkezine gönderen ve A enerjisinin üretilmesini, yani kloroplastta fotosentezin başlamasını sağlayan anten ile aynı anten olduğu kanaatindeyim.
Madeni para gibi üst üste dizili duran ve turuncu renkli element 115i muhafaza eden plakaların ise, fotosentezin kimyevi birimleri olan klorofilleri muhafaza eden tilakoid adı verilen yapılar ile aynı mantıkla çalışan yapılar olduğunu düşünmekteyim.
Yüksek oktanlı A enerjisi ya da element 115 diye bahsedilen iki yönlü olarak kullanılan sıvının ise, fotosentezde reaktörde üretilen Klorofil A adlı element, yani aydınlık evrede, karanlık evrede yakıt olarak kullanılmak üzere üretilmiş olan ATP ve NAPDH’nin olduğunu düşünmekteyim. Daha sonra bu yakıtın, karanlık evrede şeker ve nişastaya, yani Bob Lazar’ın deyimiyle element 116’ya dönüştüğünü tahmin etmekteyim.
Evet arkadaşlar, söyleyebileceğim, ya bu uzaylılar araçlarında yakıt olarak sağlığa zararlı fosil yakıt veyahut nükleer enerji yerine yenilenebilir yeşil enerjiyi kullanıyorlar, ya da Bob Lazar’ın şimdiye dek ufolar hakkında anlattığı ve bizim de doğru sandığımız her şey aslında birer hurafeden ibaret… Elbette en doğrusunu Allah bilir… Ancak ben ufoların bu mantıkla çalıştığına ve birilerinin bu konudaki her şeyi bildiklerini ancak bunları biz insanoğlundan sakladıklarına inanıyorum.
İstedikleri kadar bunları bizden saklamaya çalışsınlar, bizim de elimizde Allah’ın içerisinde hiçbir şeyi eksik bırakmadığını, her şeyi ayrıntılı bir şekilde açıkladığını bildirdiğini bir Kur’an’ımız var. Allah Kur’an’da İnfitar Suresinde “üzerinizde yaptığınız her şeyi kaydeden değerli gözcü melekler vardır” buyuruyor… Cin Suresinde “biz cinler göğü yokladık fakat onu güçlü çetin bekçiler ile dolu bulduk” diyor. Araf Suresinde de “şeytan ve adamları sizin onları göremediğiniz yerden sizi görürler” diyor…
Ben ayetler, akıl, bilim, mantık ve yakalanan bazı ufo görüntüleri ışığında evrende ve dünyada yalnız olmadığımıza, bizden daha üstün yaratılmış ve daha üstün imkanlar verilmiş varlıklar olduğuna ve birilerinin bizi sürekli gözetlediğine inanıyorum…
Kur’an’ın da dünya dışı yaşam ve insanın bunlar arasındaki yeri hakkında şimdiye kadar gelmiş geçmiş en muhteşem ve doğru cevapları veren kitap olduğuna inanıyorum. İnanıyorum çünkü Allah kitabında “size ayetlerimi göstereceğim ve siz de onları tanıyacaksınız” diyor. Ve ben ayetlerin büyük bir çoğunluğunu gördüm. O kitabın hak olduğuna şahidim…
Şimdi izlediğiniz görüntüleri bir takım ayetler ile bilginize sunacağım. Umulur ki düşünüp öğüt alırsınız sevgili dostlar…
Allah Cin Suresinde cinlerin “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve kayıp giden ışınlarla doldurulmuş bulduk. Oysaki biz eskiden dinlemek için göğün belli yerlerinde otururduk. Fakat şimdi her kim bizimle birlikte dinlemeye kalkacak olursa, kendisini takip eden bir ışık, bir alev topu buluyor” dediğini bildiriyor…
Hicr suresinde de “Andolsun ki, biz göğü kovulmuş her şeytandan koruduk. Onlar oraya yaklaşamazlar. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ateş kovalar.” dediklerini bildiriyor.
Umuyorum izlediğiniz bu görüntüler, Allah’ın ayetlerini tanımanıza ve anlamanıza yardımcı olacak, evrende bizden başka canlılar var mı yok mu, varsa bunlar neler olabilir gibi sorularınıza ışık tutacaktır…
Bu yüzdendir ki, günümüzde ellerinde Kur’an gibi her şeyi açıklayan bir kitap ile milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki gezegenlerde hayat var mı yok mu araştırma yapacak kadar gelişmiş teknolojisi olan ülkelerin aslında her şeyi bildiklerine ama bunu bizlerden sakladıklarına inanıyorum.
O yüzden bir dünya vatandaşı olarak onların uzaylılar hakkında sahip oldukları tüm bilgileri daha fazla saklamamalarını, Yahudilik, Hristiyanlık ve benzeri gibi inançlar ortadan kalkacak bile dahi olsa, ne pahasına olursa olsun hakikati biz insanlar ile paylaşmalarını ve insanlık alemini karanlıklardan aydınlığa çıkarmalarını rica ediyorum.
Değerli yorumlarınızı bekliyorum. Sağlıcakla kalın…
1593 Toplam Görüntülenme 1 Günlük Görüntülenme